banner460
banner128

Yıl 1988. Fransa’ya geldiğim yıl.  Elimde bir pasaportla girmiştim Fransız Konsolosluğuna. .O günlerde Fransa yolcusu olan aile fertlerinden birinin “Al vizeni gel arabada yer var” demesiyle ‘Niye olmasın ki’ diyerek başladı serüven. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. "Bak Üniversite'ye orada da gidebilirsin gelirsen" sözü de öyle cazip gelince, bir hafta içinde yola çıkacak o arabaya yetişmek adına, telaşla bir günde, çalıştığım yerdeki patronun sayesinde pasaportumu çıkartıp soluğu konsoloslukta almıştım.

*

Kapıda uzun bir kuyruk vardı. Girdiğim kuyrukda herkesin elinde dolu dolu birtakım kağıtlar varken, benim elimde sadece bir pasaport duruyordu. Biraz tuhaf bir durum olsada deneyecektim. İşin ucunda yabancı bir ülkede üniversiteye gitme hayali vardı. Sıra bana geldi. Pasaportu verip, "vize almaya geldim" dedim. Fransız kadın, "Nasıl yani" diyerek, "Sadece pasaportla vize vermiyoruz. Hani davetiyeniz,, döviziniz, doldurduğunuz belgeler " vs diye ekleyerek beni sıradan çıkardı.

Sonra tekrar geçtim sıraya. "Yine mi siz!" diyen kadın sesini yükselterek "Hanımefendi olmaz böyle bir şey neden anlamıyorsunuz" diyor ve ha bire pasaportu geri itiyordu.

Bense kendimce savunmalar yapıyordum.

"Ülkenizi yemeyeceğim, alt tarafı bir vize, çok acil, bir arabaya yetişmem lazım, davetiye için zamanım yok" gibi kelimeleri ardı adına sıralıyordum.

*

Bir ara kadın artık sinirden delirdi ve güvenliği çağırdı. Ben hâlâ kadına itiraz ediyordum. Derken arkadan top sakallı uzun boylu bir bey geldi. Gayet güzel Türkçesi ile "Ne oluyor burada" dedi. Kadın durumu sinirlice izah etti. Adam sakin tavrıyla bir pasaportuma baktı bir bana ve "Kaç yaşındasınız?” sorusu geldi ardından. Ben yaşımı söylemeye kalmadan ;

"Ülkenizi yemeyeceğim sadece acil bir zaman durumu söz konusu. Ne olacak bir vize verseniz. Kıyamet mi kopacak” vb. sözlerle adeta ters dönmüş bir kaplumbağa misali debeleniyor, ha bire kendimi nefes almadan savunuyordum. Adam bir iki saniye durdu. Baktı. Sonra kadına "verin gitsin" bana da "gelin öğleden sonra alın "diyerek arkasını dönüp gitti.

Macera böyle başlamıştı. Tanımadığım o adam hayatımı yeniden yazmıştı. İyi mi kötü mü yapmıştı bunun muhasebesini belki birgün yazarım ama şu bir gerçek ki hayatımızda bazı şeyler olmak zorunda gibidir, ve olur, o da sizin hikayenize girer.  ŞANSLIYDIM.

Durup dururken bir adamın kararıyla hayatım değişmişti. Oysa benim yerim de olmak için binlerce km yapıp yollara düşen nice insanlar vardı. Hayatları yollarda biten. Ya da hayatları yarım kalan. Ben çok mu ŞANSLIYDIM. Gidemeyenler için belki de.

*

Kolay vize almıştım da kolay bir yere gelmemiştim. ŞANSLIYKEN ŞAŞKIN OLMUŞTUM.

Gördüğüm insan manzaraları, burada ki kültürel yozlaşma, yaşam şekli geldiğimiz topraklardan çok da farklı değildi. İnsanın kendi topraklarındaki acılardan, yozlaşmadan kurtulayım derken, onlara tekrar tanık olması, hele de buralar da onlarla tekrar karşılaşması çok daha vahimdi.

Bugünün şartlarında herkes huzurlu ve rahat yaşayacak topraklar arıyor. Ekonomik, siyasi kültürel birçok sebeple insanların 'daha iyi' ülkelere göç ettiğine yıllardır tanık oluyoruz.

Sonuç itibarıyla kendi ülkesinden, kültüründen kopmak zorunda kalarak, başka topraklara yerleşmiş insanların büyük çoğunluğu da pek de mutlu değil. Orada doğmamış, hiç yaşamamış ama yaşamaya mahkum edilmiş insanlar, iki kültür arasında sıkışmış yaşam mücadelesinde ne kadar mutlu olabilirler ki. Para kazanmak için daracık dünyalarında hayatlarını bitiriyorlar. Geldikleri gibi kalmış o kadar insan var ki bazen anlaşmada büyük zorluk çekiyorsun. Ayak uyduranlar olsada azınlıkdalar.

*

Bir bakın, Türkiye'den gelen ailelerin çoğu kendi içlerinde yaşarlar. Düğün, dernek , kutlama, toplantı gibi faaliyetleri hep yerlidir. Yeni nesil, orada doğmuş, büyümüş bir avuç gençlik dışında, Anneler babalar hâlâ çocuklarını gelenek ve göreneklerin içinde sözüm ona korumaya çalışıyor. Sonra bir bakmışsın araya kocaman kocaman uçurumlar girmiş. Kimse kimseyi duymuyor, görmüyor bile.

Aman kızım "Yok şu toplumdan" " Yok bu toplumdan" biriyle evlenmesin diye kendi çevresindeki tanıdıklarının oğullarına veren çok aile var mesela. 

Hatta Almanya sınırındaki bir Fransız şehrinde bir zamanlar bir aile, kızları bir arapla çıkıyor diye, toplanıp ölüm kararı verdikleri ve bu olayın Fransa basınında büyük yankı yaptığı hâlâ gözümün önünde.Yapanlar cezalarını aldılar da olan o güzelim kızımıza oldu.

Nasıl bir zihniyet ki insanı insan olarak göremiyor.

Nasıl bir zihniyet ki öteki olmanın ve namus kavramlarının baskısıyla kendi kızını kurban ediyor.

*

Benim şanslı olduğum bir nokta var. O da şu ki; İster burada ister orada yaşayayım, asla bu zihniyetlerin etkisinde kalmadım. Asla "elalem ne der" sözünün arkasına saklanmadım. Asla geleneğin tabularına esir olmadım ama hep bunların tesirinde kalanlara şaşırdım.

Kızlarımın erkek arkadaşlarına saygı duydum. Birey olup karar alabilen çocukların varsa, bundan daha güzel ne olabilirdi.

Kendi ayakları üzerinde duran, özgür, bağımsız, ne istediğini bilen her birey kendi kararlarını kendi veriyorsa , o toplumda sorunlar daha az olur.

Bırakın çocuklarınız birey olsun. Bırakın kendi kararlarını verecek hükme sahip olsunlar. Bırakın bedenleri üzerinde kendi insiyatifleri olsun. Nereye kadar organ bekçiliği yapacaksınız ?

Çocuğunuzun bir birey olması sizi neden mutlu etmiyor.? Yapılan müdahaleler sözde korumak için oysa kumanda etmekten öteye gitmiyor.Ve bir bakıyorsun kendine güveni olmayan bağımlı bireyler türüyor.

*

Olduğumuz yerde de gittiğimiz yerde de  bazı konularda sancılı bir toplumuz. Sancılarımızı dindirmek yerine, deşerek daha çok acı çektiriyoruz.

Bir vize den konu buraya kadar geldi. Konu kendi başına depderin. İçine girilince dipsiz bir kuyu. Karanlık bir oda da siyah bir kedi aramak gibi, eğer ki odada bir de siyah kedi yoksa vay halimize.

İşte böyle yaşanmışlıklar arasında şaşkın bir şanslı olarak hayata devam ediyorum.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Mustafa KOÇAK 2 yıl önce

Herkesin bir hikayesi var. Stephanie diğer iş için hatta mülteci olarak gidenlerin, ortak kültürünü sanatsal edebi bir dille anlatmış. Harika, bu kadarını beklemiyordum. Selamlar

Avatar
Stephanie 2 yıl önce

Mustafa Koçak hocam selam ve sevgiler