banner460
banner128

Bu sefer gerçekten uzun bir aradan sonra, yeniden merhaba sevgili “Dünlük”… İnsanın canı hiçbir şey yapmak istemez, hiçbir şey için enerji bulamaz da bazı dönemler… İşte öyle bir dönemdeyim. Sanki bir şeyi bekliyorum harekete geçmek için, ama ne olduğunu bile bilmiyorum. Kitap okumayı çok sevdiğim halde, başladığım kitabı bile ‘süründürdüm’ resmen. Büyük bir hevesle başladım “Mahşerin Dört Atlısı” kitabına… Ama haftalar sonra bitti.

*

Vicente Blasco Ibanez’in kitabı, tohumları Arjantin’de atılan İspanyol, Fransız, Alman, değişik kökenlerden gelen bir ailenin üç kuşak süren öyküsünü anlatıyor. Fonda ise Birinci Dünya Savaşı var. Savaş cephelerini bizzat ziyaret etmiş, Marne Çarpışması’nın geçtiği alanları gezmiş olan Ibanez, 1916’da tamamlamış kitabı… Ibanez, savaşı bütün detaylarıyla öylesine canlı tasvirlerle anlatıyor ki, okurken kalbimin sıkıştığını hissettim, o yüzden sık sık ara vermek, araya başka küçük kitaplar almak zorunda kaldım.

*

Edebiyatla olduğu kadar siyasetle de ilgilenen İspanyol yazar Ibanez 1923 yılında ‘Okurlarıma’ başlığıyla eklediği ön sözde, “Bu romanı Paris’te, Almanlar başkentin yirmi-otuz kilometre ötesindeyken kaleme aldım” diyor.

*

1870 yılındaki savaşı kendince protesto etmek için Arjantin’e giden Fransız Marcelo Desnoyers, zengin hayvan üreticisi, İspanya’dan gelen Julio Madariaga’nın yanında çalışmaya başlıyor. Madariaga’nın iki kızından biriyle evleniyor Desnoyers… Diğer kızı ise Almanya’dan çalışmaya gelen Karl Hartrott ile evleniyor. Sonra kader bu aileleri kendi ülkelerine savuruyor. Ülkesi Fransa'ya karısı, oğlu Julio, kızı Chichi ile zengin bir şekilde dönüyor Desnoyers… Ve kendisini bir zamanlar kaçtığı savaşın tam ortasında buluyor. Hem de Alman akrabalarla çevrilmişken…

*

Kitaba ismini veren Mahşerin Dört Atlısı, Havari Yuhanna’ya göre, denizin dibinden çıkagelecek olan mahşer ejderhasının öncüleriydi… Kır bir atın sırtındaki ilk atlının elinde bir yay, başında bir haç vardı: Kimilerine göre Fetih’ti o, kimilerine göre ise Veba. İkinci Doru atın binicisi başının üstünde muazzam bir kılıç savuruyordu: Savaş’tı bu. Azgın koşusuna başlayınca huzur dünyadan kaçıp gidiyordu, insanlar artık birbirlerini yok etmekle uğraşıyordu. Üçüncü Siyah atın binicisinin elinde insanların geçimini tartmak için bir terazi vardı, Açlık’tı o. Ve sonuncu Solgun renkli atın binicisinin adı Ecel’di… İnsanları kılıçla, açlıkla, vebayla ve yırtıcı hayvanlarla öldürme yetkisi verilmişti ona… Dört atlı dehşete kapılmış insanlığın başının üstünde çılgın bir koşu tutturmuştu…

*

Kitapta altını çizdiğim ve bence geçerliliğini hiç yitirmeyen bazı cümlelerle bitireyim bu yazıyı…

* “Yaşamak lazım efendim.. Yaşamak lazım, yalnızca Tanrı’nın onları nasıl cezalandırdığını görmek için olsun yaşamak lazım…”

* “İnsanoğlu felakete çabuk alışıyor, yeter ki felaket uzun süreli olsun.”

* “Adalet diye bir şey yoktu; dünya rastlantının ürünüydü; hepsi yalandı, insanoğlu içinde yaşadığı çaresizliği korkmadan taşıyabilsin diye uydurulmuş avuntu sözleriydi.”

* “İnsan ıstırabı dünyanın her yerinde aynıdır.”

* “Kendisini onca kaygılandırmış olan bu savaşın sonunu merak etmiyordu. Nasıl biterse bitsin, kötü bitmiş olacaktı. Canavar sakatlansa bile birkaç yıl sonra yeniden canlanacaktı, insanlara sonsuza değin eşlik edecekti…”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.