Emekli maaşlarına zam, her yılın ortası ile sonuna doğru gündemin baş köşesine yerleşir. Yine öyle oldu. ‘‘En düşük maaş ne olacak, zam yüzde kaç yapılacak, memur emeklisine ne verilecek, SSK ve Bağ-Kur emeklileri yüzdenin kaçını alacak’’ tahminleri gırla gidiyor.

Ne de olsa haberciler için iyi bir reyting unsuru, politikacılar için taban tavlama-avlama konusu. İçinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle biz de ekranlara mahkumuz, bu boş geyiklere çaresiz katlanıyoruz. Konu köpürtülüp köpürtülüp önümüze getiriliyor.

Sanki yüzde beş veya 10 fazla olsa, hayatımız ‘‘yan gel Osman’’ havasında geçecek; tatil için Maldivlerle Bahama adaları, Akdeniz veya Ege kıyıları arasında kararsız kalıp bunalıma gireceğiz.

Yahu bir ekmek parası fazla zam yapılsa, öbür ay iki ekmek parası enflasyonla cebimizden aşırılıyor.

Sosyal güvenlik sistemi, vergi ve iş kanunları bir bütün olarak ele alınıp yeniden düzenlenmeden; kuvvetler ayrılığı sağlanıp çağdaş hukuk devleti olmanın temel ilkeleri hayata geçirilmeden, bu sorun kalıcı olarak çözülemez. Gerisi patlak lastiğe yama üstüne yama yapmak olur.

Çünkü…

Sosyal güvenlik sistemimiz yetersiz ve çok parçalı: Aralarında emeklilik koşullarından maaşlara çok fark var. Bu yapının sonucu olarak, emekli maaşı yelpazesinin iki ucu arasındaki fark 10 kata kadar çıkıyor. Her birinin sağlık yardımları değişiyor.

İşsizlik sigortası, işsizlikte güvence olmaktan çok uzak. O yüzden işçi, asgari ücretten sigorta dayatmalarına boyun eğiyor. Bu, prim ve vergi kayıplarına neden oluyor, çalışanlar asgari güvence olarak gördükleri için hak ettikleri anda emeklilik isteyip emekli olarak çalışıyor.

Yasal düzenlemeler tam güvence sağlamaktan uzak; yargı haklarınızın zamanında ve tam olarak tesliminde yetersiz kalıyor. Yasada iki ayda biteceği belirtilen yargılama, 2 yıl sürebiliyor. Çalışanlar çoğu kez hak arama yerine dayatmaları kabul etmek zorunda kalıyor.

Bazıları ‘‘Az pirim ödeyene az maaş, çok prim ödeyene çok maaş. Ne kadar ekmek o kadar köfte’’ diyebilir.

Fakat kazın ayağı öyle değil. Çünkü sosyal güvenlik kurumlarını siyaset ve bürokratlar yönetti, yönetiyor. Ne kadar prim alınacak, primler nasıl değerlendirilecek, onlar karar verdi.

Tahakkuk ve tahsilat onların işiydi; afları onlar çıkardı, kurum alacaklarını onlar sildi, icra takipleri onların isteğine göre yapıldı. Prim taban ve tavan kazançlarını onlar belirledi.

Kendi çalıştığım döneme baktım; taban ve tavan oranında istikrar diye bir şey yok. Taban tavan farkı bazen bir kat, bazen 5-6 kat olmuş.

Bağ-Kur basamak sayısı ve basamak seçimiyle ilgili kararlarda da durum farksız.

Sosyal güvenlik fonları uzun erimli sağlam yatırımlar yerine bütçeye yama, siyaset finansmanı olarak bile kullanıldı; hiç SSK’lının bulunmadığı yere SSK hastanesi yaptırıldığına ilişkin haberler anımsıyorum.

Emeklilik koşulları seçmen tavlama aracına ve işsizlik ayar koluna dönüştürüldü.

Sonuç ortada…

‘‘Üç aldım bir verdim, iki indirdim beş yükselttim; ekmek buluyorsan aç değilsin; biraz da şükretmelisin’’ türünden kafa bulmalar…

Çözümü başta belirttim. Hayata geçirilmesi için tabanda ciddi bir anlayış değişikliği gerekiyor.  Adil paylaşımın içselleştirilmesi, kimsenin devletin sahibi, sultan, şah, padişah, maraba olmadığının bilinmesi; bu temelde tüm emekli maaşlarının ve kamudaki tüm ücretlerin asgari ücretle ilişkilendirilmesi şart.