Ülkede gündem yoğunluğu sürüyor. Kolay kolay hafifleyeceğe de benzemiyor.

Her güne skandal bir iddia ile uyanıyoruz. Hukuken sonuca bağlanmadıkları için ‘‘iddia’’ dediğimi belirteyim. Birini sindirmeden bir başkası patlıyor.

Bazıları öyle hacimli ki, mideye oturan ağır yemek gibi, yapışıp kalıyor gündeme. Maden suyu, nane limon, rezene çayı nafile…

‘‘128 milyar dolar’’ı konuşuyorduk, kararnameyle iptal edilen İstanbul Sözleşmesi tartışılmaya başlandı. Birini unutturmak için diğerinin ortaya sürüldüğü söyleniyordu, ikisi birden oturdu midemize.

Faiz, döviz, açılma, kapanma derken Sedat Peker dizisi başladı. Reytinglere göre uzun ömürlü olacağa benzeyen dizinin bölüm arasına Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Grup Toplantısı’ndaki konuşması girdi. En çok tartışılan sözlerinden biri şu cümleler oldu:

"Şimdi bakıyorsunuz, sözde siyasi parti genel başkanı olarak konuşanlara. Durmadan hep iftira. Neymiş millet açmış. Bundan bahsediyorlar. Aç olarak dolaşanları, buyurun siz de doyuruverin. Biz ne gerekiyorsa bütün imkanlarımızı seferber ederek bunları yaptık. Yapmaya devam ediyoruz... Yapılandırma ise bütün yapılandırmaları yapıyoruz. Biliyorsunuz nankörlük parayla değil. Onlar yine nankörlüğe devam ediyorlar..."

Ben ‘‘nankörlük’’ sözüne takıldım.

Sözcük Farsça’daki ‘‘nân’’ (ekmek) ve ‘‘kûr’’ (kör) sözcükleri ile Türkçe yapım eki ‘‘lük’’ün birleşmesinden oluşuyor: Nân-kûr-lük…

Nankör, ‘‘gördüğü iyiliği unutan, iyilik bilmeyen’’ demek. Nankörlük de nankör olma durumu; nankörce davranmak, yapılan iyiliğin kıymetini bilmemektir.

Bu tanımlara göre, ‘‘nankör’’ ve ‘‘nankörlük’’ten söz edilebilmesi için iyilik yapan ve iyilik yapılanın olması; iyilik yapılanın da bu iyiliğin kıymetini bilmemesi gerekir.

Konuşmayı bu açıdan değerlendirirsek…

Erdoğan’ın ‘‘biz yaptık’’ diye anlattıkları, devlet adına yapılanlardır. ‘‘Yaptık’’ denilenlerin yeterliliğini bir yana bırakalım ve devam edelim.

Devletler iyilik yapmaz; vatandaşlarını her türlü tehlike ve tehditten korumak, onların yaşam kalitesini yükseltmek gibi temel görevleri vardır. Bu görevlerin yerine getirilmesi için vatandaşlar vergi verir.

Devlet görevlerini çalışanlarının eliyle yapar. Çalışanlar görevleri karşılığında ücret alır, kendilerine bazı olanaklar sağlanır. Ücretin ve sağlanan olanakların kaynağı, vatandaşların ödediği vergilerdir.

Görevlinin atanmış veya seçilmiş olması, devlet denilen mekanizmadaki (örgütlenme, formasyon) konumu, bu gerçeği değiştirmez.

Benim düşünceme göre…

Bu işleyiş ve ilişkide ‘‘iyilik’’ten söz edilecekse o da şudur: Yapacakları görev karşılığında ücretler veriliyor, bazı olanaklar sağlanıyor ya… Birileri ücret ve olanaklara bakıp görevleri yapmaya talip oluyor. Talipliler çeşitli yöntemlerle belirlenerek bu görevlere getiriliyor.

Haliyle ‘‘iyilik’’ diye buna denilmesi gerekir. Nankörlük de üstlenilen görevin yapılmaması veya baştan savma yapılması olur…

Nazım Hikmet demiş ya…

‘‘Bazıları kördür
bazıları nandır
bazıları da nankördür…

Sizce kim kör, kim nan, kim nankördür?..