Güneşli bir cumartesiden merhaba sevgili “Dünlük”… Geçen haftanın gündemi de yine aynıydı, zamlar, Rusya’nın Ukrayna işgali, kadın cinayetleri… Sanki aynı günün içinde takılıp kalmış gibi hissediyorum çoğu zaman. Hep aynı haberleri duyuyor, okuyor, seyrediyoruz sanki…

*

Okuyup seyretmek demişken, bu sabah takip ettiğim kadın sayfasında bir tartışmaya denk geldim. Netflix’te Hakan Günday’ın senaryosunu yazdığı, Onur Saylak’ın yönettiği Uysallar dizisini çok beğendiğini yazmış bir üye… Bir nevi tavsiye postu yani. Ancak benim ilgimi çeken altındaki yorumlar oldu.

Katılımcıların yarıya yakını çok beğenmiş. Diğer yarısı ise hiç sevmemiş. Gayet normal. Ancak bana garip gelen, çok beğenenlerin, diziyi sevmeyenleri neredeyse “aşağılayıcı” yorumlar yapmaları. “Hakan Günday’ı okumayanın anlaması beklenemez” gibi. “Beklenemez”in sonunda ünlemler falan… Hatta birisi “… bu diziyi beğenmeyen biriyle çok paylaşacağım bir şey olduğunu düşünmüyorum” yazmış. Beğenmeyenlerin bir kısmı dizi için “çok kötü” yazarken bazısı da sadece kendisinin “beğenmediğinin” altını çizmiş.

*

Ben Hakan Günday ile Az kitabı ile tanıştım. Önce tokat yemiş gibi hissettiğim için bıraktım. Aylar sonra tekrar şans verdiğimde de iki günde bitirdim. Ne yalan söyleyeyim, farklı bir tarzı vardı, beğendim. Sonra Azil adlı kitabını okudum. İnceydi, bitirdim ama Az kadar sevemedim. Kinyas ve Kayra’yı ise daha ilk bölümde okuyamayacağımın farkına vardım, devam etmedim.

*

Eskiden bir kitabı yarım bıraktığımda vicdan azabı duyardım ama sonra Mina Urgan’ın bu konudaki sözlerini okudum… “Az ömrüm kaldığı için, kitapları seçerek, çok özenle seçerek okuyorum artık. Kısıtlı vaktimi yeni ama değersiz bir kitaba harcayacağıma, daha önce birkaç kez okuduğum ve sevdiğim kitapları yeniden okumayı yeğ tutuyorum. Başladığım kitabı, kötü de olsa bitirmek huyundan Fethi Naci’nin bir sözü sayesinde kurtuldum: “Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu?” demiş Fethi Naci…”

*

Mina Urgan bir yazar olarak kitaplara “değersiz”, “kötü” deme hakkını kendinde buluyor olabilir. Ona bir şey diyemem. Ama ben de hayalimde canlandıramadığım, öğrenme ya da merak duygusu uyandırmayan kitapları bırakıyorum vicdan azabı çekmeden.

*

Tartışma konusu olan Uysallar adlı diziyi ise henüz seyretmedim. Seyreder miyim onu da bilmiyorum. Çünkü bazı eserler, kitap olsun, dizi ya da film olsun, çok tartışılırken, objektif olamayacağım gibi geliyor, erteliyorum. Bazılarını yıllar sonra okumuşluğum, izlemişliğim bile var.

*

Şimdi geleyim, anlatmak istediğim şeye: Bir kitabı, diziyi, filmi, hatta yemeği “beğen(e)meyebiliriz”. Zevkler ve renkler tartışılmaz diye bir sözümüz bile var. Peki beğenmediğimiz şeye direkt “kötü”, “Iyyy iğrenç” demeli miyiz? Dünyada milyarlarca insan, milyarlarca beğeni ve görüş var sonuçta.

Bizim bir şeyi beğenmememiz onu “kötü”, “tu kaka” , “değersiz” yapamaz, yapmamalı. Beğenen milyonlarca da kişi olacaktır. Bir de, bu benim şahsi görüşüm tabii, beğenilmeyen şeye “kötü” denildiğinde, sadece o eseri değil, o eseri beğenenleri de “aşağılama” var gibi hissediyorum.

Ancak bu, iki ucu keskin bir bıçak gibi. Bir kişi, bir şeyi beğenmedi, zevkine uymadı diye “anlayışsız olmakla”, “zevksizlikle” hatta daha ileri gidip “cahillikle” de suçlanmamalı diye düşünüyorum.

Birbirimizin görüşünü kabul etmek değil, saygı duymak -tabii karşılıklı olmak kaydıyla- gerek sanki. Zorla kendi görüşünü kabul ettirme kısmına ise hiç girmiyorum:)