Uzandığım kanepede, her akşam izlediğim bir kanalda yarı uykulu vaziyette duydum haykırışını.

Önerilen bir kitabı alamamaktan yakınarak isyan ediyordun düzene.

İçime öyle bir ateş attın ki, vicdanım, ciğerlerim, yüreğim nasıl yandı bilemezsin.

 13 yaşındaymışsın. Ben de senin yaşlarında aynı sıkıntıları çekmiştim.

Rahmetli babam, Demokrat Parti’nin Erzurum Merkez İlçe Başkanıydı.

Hakikat isimli bir gazetemiz, bu gazetenin basıldığı bir de matbaamız vardı.

27 Mayıs darbesinde birçok demokrat partili gibi babamı da tutukladılar.

Gazetemizin tek gelir kaynağı olan resmi ilanlar kesilmişti.

Matbaamıza ise bir kartvizit bastırmak için bile gelemeyen insanlar vardı.

Velhasıl, ailece maddi sıkıntılar içinde kıvranıyorduk.

Bu gün 95 yaşında olan anacığım o devirde çok ucuz olan patates yemekleri yaparak bizi doyuruyordu.

Patatesin boranisi, yahnisi ve dilimlenmiş, soğanla karışık halini yemekten gına gelmişti.

Seni, işte bu ruh hali içinde tanımış oldum.

*

Emekliyim, rahat geçinen insanlardan değilim. Ancak, senin güç yetirip alamadığın kitabı alıp sana armağan etmeye, bunun gibi ufak-tefek ihtiyaçlarını karşılamaya talip olduğumu bildirmek için bu yazıyı yazıyorum.

 Vicdan yanar mı diye sorabilirsin.

Vicdanı olanların vicdanları da yanar.

Vicdan dediğin şey kalp gibi, ciğer gibi bir organ değil.

Gramajı yoktur ama, ruhumuzu bütünüyle saran bir yüceliği vardır.

 İnsanlar vicdanlarıyla insan olurlar.

Başkasının derdiyle dertlenen insanların vicdanları daha hassastır.

Ben de o hassasiyet içinde senin alamamaktan yakındığın kitapları alıp armağan etmeye hazır olduğumu ifade için bu yazıyı kaleme aldım.

Bu gece uykuyu bana haram ettin.

Bu vicdan sızısı beni kaç gün uyutmaz, bilmiyorum.

  Ama inan, isyanın benim isyanımdır.

Sana acımadım elbet. Ama haykırışını çok sevdim, çok etkilendim bu haykırıştan.

 İyi ki sesini bu topluma duyurdun korkusuzca.           

Sana telefon numaramı veriyorum: 05326344142

  İstersen ara, alamadığın kitapların listesini yap, elimden gelen neyse yapmaya çalışırım inan.

Hayatımda paraya pula hiç önem vermedim.

İnan, ilk defa bu dönemde zengin bir insan olmayı çok istiyorum.

  Evine ekmek götüremeyen insanlara, kitap alamayan öğrencilere, başını kaldırım taşına koyarak sokakta yatan gariban çocuğumuzun derdine derman olmak için şimdilerde çok istiyorum bu zenginliği.

Dedim ya; maddi bakımdan rahat yaşayan insanlardan değilim.

Nihayet, ben de bir emekliyim.

Artık, elimden ne gelirse.

  Bu arada günde 300 askıda ekmek alarak aç insanlarımıza yardım eden sanatçımız Müjdat Gezen’i ve onun gibi değerli yardımsever insanlarımızı saygı ile selâmlıyorum.

Yakın bir tarihte kaybettiğimiz bir valimiz vardı:

  Refik Aslan Öztürk.

Devletin kuruşuna titreyen, israfı sevmeyen, resmi toplantılara bile makam arabasıyla değil, otubüs veya minibüslerle giden, devlet için para artırıp halk yararına kullanan örnek bir idareciydi.

  Bir 14 Kasım gününde kaybettik O’nu.

Mekânı cennet olsun. Bu tarihi ben de not ettim, o değerli valimizi günü geldiğinde saygı ve Fatihalarla anacağım.

Toplum olarak israftan, gösterişten kaçınmadıkça yürek yakan daha çok hikâyeler dinleriz.