İki hafta aradan sonra merhaba sevgili “Dünlük”… Sınavlar ve kapımı çalan depresyonla saklambaç oynamam yüzünden verdiğim zorunlu arada özlemişim yazmayı. Bu arada bu 41. yazı saydım da… 41 kere maşallah diyeyim:)

Yine sosyal medyada gördüğüm bir post ilham verdi bu yazıya… Takip ettiğim bir yazar, Bige Güven Kızılay, eski Yeşilçam filmleriyle ilgili bir paylaşım yapmış. “Bir çeşit adalet anlayışı vardı o dönemin Yeşilçam filmlerinin… Geneli aile, birlik beraberlik, kavuşan temiz aşklar, uzlaşan zengin ve fakir kavramlarından oluşurdu” demiş. “Mutluluğun resmini yapmaya çalışan bir Yeşilçam vardı” diye eklemiş. Bugünkü filmlerin ise bizi bize anlatmadığını söylemiş. “Bize dikte etmeye çalıştıkları bir yoz, adaletsiz, karanlık yaşam biçimi var. Kimse kusura bakmasın ama tutmuyor, tutmayacak bu çürük maya işte” diye yazmış.

Bu yazı üzerine düşündüm derin derin. Yeni dizileri, filmleri izlemiyorum. Ya çoğunda mafyöz tipler var ya da ruhsal bunalımlı insanlar. Gerçek hayat bu kadar depresifken ruhumu yormaya ne gerek var diyorum. Herhalde bütün olarak izlediğim son yerli diziler Yabancı Damat ile İkinci Bahar’dı. Sonrasında birkaç bölümüne bakıp çıktığım diziler oldu. İsimlerini bile hatırlamıyorum.

Yazara bazı filmler için katılmakla beraber, benim farklı bir düşüncem de var bu konuda. Belki de yılların tecrübesi, eğitimiyle yeni yeni böyle düşünmeye başladım, bilmiyorum. Ama o çok bayılarak izlediğimiz bazı yerli filmleri, şimdiki mantığımla izlediğimde daha o zamanlar sinsi bir kötülüğün tohumlarının atıldığını düşünüyorum.

Mesela Gülen Gözler… Evin kızları evlenebilmek için anne ve babalarının duygularını sömürmekten çekinmiyorlar. Itır Esen’in canlandırdığı kızları Nedret evlenmelerine izin verdikleri halde ille “düğün” istediği için anneleri, babalarından habersiz evi ipoteğe veriyor, borcunu ödeyemediği için de evlerini kaybetme tehlikesi yaşıyorlardı.

Ya da Neşeli Günler’de, turşucu çift, limon ile mi yoksa sirke ile mi daha iyi turşu kurulur kavgasıyla ayrılıyor. 6 çocukları var Allahtan da, üçer çocuk olarak paylaşıyorlar. Yıllar sonra çocuklar tesadüfen birbirini bulunca anne baba canım cicim diyerek karşılıyor çocuklarını. Peki onca yıl arayıp sormamış mı bu insanlar evladını… Bu mudur bize normal ve “birlik beraberlik” olarak anlatılan.

Yine yıllarca çok severek izlediğimiz Bizimkiler dizisini şimdiki aklımla düşünüyorum. Apartman görevlisini devamlı aşağılama şeklinde azarlama, apartman görevlisinin de zengin düşmanlığı yapması, camdan yapılan dedikodu, Katil takma isimli komşudan korkma geliyor aklıma… Öyle öyle kötülüğe alıştırılmışız gibi geliyor. Belki daha o yıllarda o davranışları normal saymaya başladık. E tabii kötülük de iyilik gibi paylaştıkça çoğalıyor ve gelişiyor. Belki şimdiki o beğenmediğimiz dizilerin ataları onlardı. Yavaş yavaş alıştıra alıştıra atılan kötülük tohumları büyüdü. Şimdi de durduramıyoruz dizilerdeki kötülüğü…

Velhasılı kelam fazla mükemmelliyetçi düşünüyor olabilirim. Ama o çok beğendiğimiz, doğruyu, dürüstlüğü övüyor dediğimiz eski filmler ve diziler de sandığımız kadar masum olmayabilir mi? Yenilere tukaka demeden önce, bunu da düşünsek iyi olur sanki.