Sabah uyandım, hazırlanıp evden çıktım.

Tuhaf bir sessizlik vardı sokakta. Sabahın o cıvıl cıvıl koşuşturmalı, güne hazırlanma ritüelleri, bu sessizlikle ince bir tül gibi örtülmüştü sanki.

Yavaş adımlarla otobüse doğru yürüdüm. Tek tek insanlar benim gibi içlerinden ne olduğunu anlamaya çalışarak, başları önde yürüyorlardı. Otobüse bindim, üç dört kişiydik ancak. Yol boyunca bomboş caddelerden hızla geçip gidiyorduk. Duraklarda insanlar ya yoktu ya da çok azdı. Gülsuyuna doğru tırmanmaya başladık. Boş olduğundan mı nedir sanki daha çok yalpalanıyor ve sallanıyordu araba.

Birden dumanları gördüm. Yolun sağlı sollu iki tarafında ateşler yanıyordu. Üzerinde yükselen dumanların içinde yanmış kağıt parçlarından oluşan küller rüzgarla dönüp duruyordu. Otobüs, küçük küçük yangın tepelerinin içinden geçip gidiyordu. Bu anın gerçekliğinden çıkıp, Hitler faşizmini anlatan bir film karesinin içindeymişim gibi hissettim bir an. Sonra “Demek böyle oluyormuş.” diye düşündüm.

Son durakta indim otobüsten. İnmemle birlikte bir el koluma yapıştı, arkadaşımdı.

“Aynı otobüsle geri dön hemen”

“Ne oldu”

“ Dün gece darbe oldu duymadın mı?”

“?”

“ Gece burayı askerler bastı, bütün gençleri toplayıp götürdüler. Geride kalanlar, evlerdeki yemek kitaplarını bile toplayıp ateşe verdiler. Bir tane kitap kalmadı evlerde. Hemen geri dön”

Otobüse atladım, içim kanayarak aynı yoldan geri döndüm.

Kitapların yanış kokusu genzime, çıkan dumanların görüntüsü belleğime kazındı, hiç unutmadım.