Bugün (6 Mayıs) itibariyle sekiz kere daha yatacağız kalkacağız, sandık başına gidecek ‘‘çok önemli’’ seçimimizi yapacağız.

Yani bu pazar değil, gelecek pazar günü (14 Mayıs) seçim var. Bu yazımda bir kez daha vurgulayıp uyarıyorum; BU SEÇİM GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLİ…

Mutlaka sandığa gidin!

Mevcut yönetim döneminde haliniz vaktiniz iyileşmiş, iyileşmeye devam ediyor ve durumunuzdan memnun olabilirsiniz; bu kesime kısa bir tavsiyem var:

Oy atmadan önce, tuttuğunuz yağlı kuyruğun hesabını vicdanınızda mutlaka yapın; gerçekten hak ettiğiniz için ve hak ettiğiniz kadar mı alıyorsunuz. Yoksa talan yalana destek olduğunuz ya da seyirci kaldığınız için mi? Dilsiz şeytan olmanın vebalini unutmayın.

O yüzden bu yazının devamında mutsuz çoğunluk ve kararsızlara sesleneceğim.

‘‘Çoğunluğun mutsuz olduğunu nereden çıkardın’’ diyenler olabilir. Çoğunluk mutlu olsa, demokrasimiz aşağı değil, yukarı doğru yol alırdı. Dünyanın refah ülkeleri arasında tırmanma yarışında olurduk. Maalesef ki hukuk açısından yarı demokratik ülkeler liginin dibinde kümede kalmak, ekonomik açıdan en yoksullar kümesinin bir üstünde tutunmak için çabalıyoruz.

Ayrıca örnek olarak kendimden anlatmaya devam edeceğim; kalem kalem hesapladım, son 20 yılda benim ekmeğimin yaklaşık üçte ikisi çalınmış.

Çalanlar büyük pişkinlik içinde ‘‘soğan patatesi boş ver’’ diyor; kendi şatafatlarını göstererek ‘‘itibara bak’’ diye adeta dalga geçiyor.

Bu nedenle diyorum ki…

‘‘Birleşe birleşe kazanma’’yı önemseyin. ‘‘Bir oy oraya, bir oy da şuraya’’ diyerek bölünmeyin. Bulunduğunuz yerdeki en güçlü muhalif ittifaka oy verin.

Ülkede değişim istiyorsanız, cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun birlikte değişmesi gerektiğini unutmayın.

Bir şeyi daha unutmayın…

Oyunuzu verdiniz, gidip yattınız. Sabaha gülistanlıkta, güller altında uyanmayacaksınız. Değişim zaman alacak. Değişimin mümkün olan en kısa sürede gerçekleşmesi, Meclis’teki farkın yüksekliğine bağlı.

Rahmetli babam, ilginç bir anekdot anlatırdı.

‘‘Bizim eski ilçe Ermenek’in beylerinden (zenginlerinden) biri keklik avına gitmiş. Bir keklik sürüsüne rastlamış. Yaklaşıp nişan almış, tam tetiğe basacakken sürü pırrr havalanıp uçmuş. Bizim bey peşinden gitmiş ama her seferinde tetiği çekemeden sürü havalanmış. En sonunda da, o zaman yörenin en geri köylerinden birine doğru uçup gitmiş.

Bey tüfeğine yaslanıp şöyle demiş:

- Ey keklik. Gümüşlü tüfekle vuracak, kınalı ellerle tüylerini yolduracak, suyuna pirinç saldıracaktım. Git Cenne’nin dağına kon. Sırımlı tüfekle vursunlar, boklu ellerle yolsunlar, tarhanada bir başın bir kıçın dönsün…’’

‘‘İkisinin de sonu ölüm değil mi’’ diyen olabilir.

30 liraya soğanı görünce, ‘‘Bu ne lan’’ deyip okkalı bir sövgü salladıktan sonra yürüyüp gitmek de var, kodesi boylamak da…

‘‘Ne söz verdiniz, ne yaptınız’’ deyince bir cevap alma ihtimali de var, ağzının ortasına yumruk gibi inen bir ceza yemek de…

Fark burada ve değişim için haydi sandığa!..