Üniversite öğrenciliğim yıllarında (1977-81), çizginin solundaki gösterilerde en çok atılan sloganlar biri ‘‘oligarşik devlet, yıkılacak elbet’’ idi. Burada yıkılması istenen ‘‘devlet’’ten kasıt elbette Türkiye Cumhuriyeti değil, yönetim biçimiydi. Sloganda şiirselliği sağlamak için böyle söyleniyordu.

Ne yazık ki aradan geçen sürede Türkiye Cumhuriyeti’nde yönetim, oligarşik sistemden tam demokrasiye (sosyal demokrasi) evrilemedi. Aksine oligarşinin daha geri türevlerine, hatta otokrasiye yöneldi.

Bunun ekonomi başta olmak üzere, tarihsel ve toplumsal nedenleri var. Dünden bugüne oluşmuş, son 20 yılın eseri değil. Son yirmi yılda olan, küreklerin bile isteye geriye doğru çekilmesi ve demokrasi yolundan tümüyle dönülüp hızlı bir geriye gidişin başlamasıdır.

Bugün ülke olarak bir yol ayrımındayız. Ya bu geriye gidişi durduracak, yönümüzü insanlığın ulaştığı en ileri yönetim biçimi olan sosyal demokrasiye ve onun daha ilerisine çevireceğiz. Ya da çağın gerisinde kalmış sistemler içinde debeleneceğiz.

Sosyal demokrasinin yolu, ülkede çağdaş hukuku egemen kılmaktan, rant yerine hukuk güvencesinde reel üretimi artırmak ve çok yönlü sosyal güvenlik reformu ile adil paylaşımı sağlamaktan geçer.

Çağdaş hukuk egemen olacak ki, haksızlığa uğrayan biri bağımsız mahkemelerde hakkını arayıp alabileceğinden emin olacak.

Reel üretim artışıyla çalışma gücü olan herkes işe, aşa; bunun sonucu olarak onurlu yaşama kavuşacak.

Çağdaş bir sosyal güvenlik sistemi kurulacak ki, insanlar ‘‘faturamı nasıl ödeyeceğim, akşama ne yiyeceğiz, çocuğun okulu ne olacak, doktora nasıl gidip ilacımı nasıl alacağım’’ gibi kaygılar taşımayacak. Bunlardan biri veya birkaçı için birilerine boyun eğmek zorunda kalmayacak.

‘‘Hırsıza hırsız dersem, işimden aşımdan mı olurum. Ya da oğlan, gelin, kız, damat kapıya mı konur’’ türünden korkular yaşamadan her tür zulme (haksızlık, yolsuzluk vs) karşı çıkabilecek.

Bunun koşulu da söz konusu reformları talep edebileceğin, ayak sürüdüklerinde yakalarına yapışıp hesap sorabileceğin kadroları yönetime getirmektir.

Bir başka ifadeyle…

Devlet egemenlerin ve güçlülerin yumruğu olmaktan çıkıp adalet ve güvenlik temelinde kimsesizlerin kimsesi olacak; böylece kimse aç ve açıkta kalmayacak, aç ve açıkta kalmak korkusuyla insan olarak onurundan ödün vermeyecek; zulüm ve haksızlık karşısında susmak yerine onurla mücadele edecek.

Konunun özü, seçimin önemi bundan ibaret…

GERİSİ MERAKLISINA…

Yazının bundan sonrası, her biri için ciltlerle kitaplar yazılmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluştan bugüne uzanan süreci ve yönetim biçimlerinin özeti.

Türkiye Cumhuriyeti, çöken bir monarşinin (padişahlık, krallık) küllerinden doğdu. Ancak Osmanlı monarşisi doğmadan (1299) neredeyse bir asır (84 yıl) önce, 1215’te Magna Carta ile İngiltere’de monarşinin yetkilerini kısıtlanmak için mücadele başlamıştı.

Yine Osmanlı monarşisi, yumuşak değişim ve geçişe direnen Fransa’da monarşi bir halk hareketiyle yıkıldıktan neredeyse bir asır sonra meşrutiyeti denemişti (Fransız İhtilali 1789, Birinci Meşrutiyet’in ilanı 1876; fark 84 yıl).

Ayrıca 1800’lerin başında, adını yazarak imzasını atabilenlerin oranı İngiltere’de yüzde 53, Hollanda’da yüzde 68, Belçika’da yüzde 48, Fransa’da 37, Almanya’da yüzde 35’ti (Küresel Ekonomi Tarihine Kısa Bir Giriş; Robert C. Allen). Aynı dönemde Osmanlı’da okur yazarlık yüzde 6-9 arasındadır.

Cumhuriyet böyle bir toplumsal yapıda, tüm devrimlerde kaçınılmaz olan oligarşik sistemin türevlerinden anokratik bir yapılanmaydı. ‘‘Kimsesizlerin kimsesi’’ olarak tanıtıldı, yani tam demokrasi hedefiyle yola çıkıldı. Ne yazık ki bugünkü duruma sürüklendi.

Yazıda geçen bazı yönetim biçimi kavramları da özet olarak şöyle:

Anokrasi: Demokrasinin diktatörlükle harmanlanmış halidir. Otokrasi ile demokrasi arasındaki bağlantı yolu olarak tanımlanabilir. Bir geçiş rejimi de denilebilir. Devlet tam kurumsallaşamamıştır; yönetim demokrasiye de evrilebilir, otokrasiye de sürüklenebilir.

Aristokrasi: Soya bağlı imtiyazlı grupların yönetimi.

Gerontokrasi: Kararlarda yaşlıların egemen yönetimdir.

Kleptokrasi: Hırsızlar yönetimi anlamına gelir. Bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyduğu yönetim biçimidir.

Kritarşi: Yargıçların egemen olduğu yönetim biçimi.

Meritrokrasi: Kamuda yöneticilerin yetenek ve liyakata göre seçildiği-atandığı yönetim biçimi.

Nookrasi: Aklın ve zekânın önceliğine dayalı yönetim anlamına gelir. Yapay zekâ yönetimine kadar uzanabilir.

Patrikrasi: İktidarı ve muhalefetiyle partilerin egemenliğindeki yönetim.

Plütokrasi: Zengin bir azınlığın yönetimi elinde bulundurduğu sistem.

Stratokrasi: Askeri liderler tarafından oluşturulan yönetim. Diktatörlük ve askeri cuntadan farklıdır. Devlet ile ordu geleneksel ve anayasal olarak aynı şeydir. Devletin en kritik görevlerinde emekli ve muvazzaf askerler yer alır.

Teknokrasi: Teknik uzmanlar ve bilim adamlarından oluşturulan hükümetin yönetimi.

Teokrasi: Din adamlarının ve dini kurumların devlet idaresini elde tuttuğu yönetim biçimi. Demokrasi: Çoğunluk ya da halkın yönetimi denilebilir. Çıkışından bu yana tanımı ve koşulları sürekli gelişerek değişmiş ve değişmeye devam etmektedir. Bugün için olmazsa olmaz koşulları şöyle özetlenebilir: Temel insan hakları ile her türden azınlığın (din, milliyet, yaş, cinsiyet, ekonomik zayıflık, cinsel yönelimler) korunup anayasal ve yasal güvence altına alınması, fırsat eşitliğinin sağlanması, üst düzey siyasi görevlilerin seçimle belirlenmesi, seçimlerin düzenli aralıklarla yapılması, muhalefet partilerine iktidara gelme fırsat ve yollarının kolaylaştırılıp açık tutulması...