Yüce Yaratıcı insanı “eşref-i mahlûkat” olarak tanımlıyor.
Yani. Şerefli varlık.
İnsana şerefini veren nedir, diye düşünecek olursak,
Akıldır, vicdandır, ruhtur.
Ruh, hayvanlarda da var. En azından doğurduklarını severler. Ancak, akılları yok, İçgüdüleri ile hareket ederler.
Cenab-ı Allah, birçok ayetinde insanlara seslenerek “Aklınızı işletin!” diyor, “akletmez misiniz?” diye soruyor.
Bakıyoruz, başına sarık takıp sakal bırakanlar Allah’ın bu ayetlerini hiç akletmemişler.
Bir Üniversite rektörü.
Kim prof yapmışsa!!!
Diyor ki bu rektör efendi:
“Demokrasi isteyen kâfirdir, tevbe etmezse öldürülmelidir.”
Başka bir hezeyanı da şöyle:
“Erkeğin isteğini yerine getirmeyen kadın Allah’a isyan etmiştir.”
Ayrıca;
“Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan 25 namaza, sarıklı Cuma da sarıksız
70 cumaya bedeldir.”
Öte yandan, Diyanet İşlerimiz de başka bir alem.
Verdiği fetvalar hep tartışılır oldu.
Onların verdikleri fetvalar yüzünden dininden soğuyanlar olmuş.
Bakın, Başkan Yardımcısı ünvanlı adam ölen birisi için ne döktürmüş:
“Ey mevta! Ne kadar büyüktü dindara kinin, hacıya hocaya uzardı dilin.
Konuşsana mevta! Bitti mi pilin?”
Bu da din adamı. Hem de din kurumunun başındaki isimlerden biri.
Yüce Yaratıcı, her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi’nde:
“Malikiyevmiddin” diyerek, din günün, yani hesap gününün sadece kendine ait olduğunu söylüyor.
Demek ki, hüküm vermek sadece Allah’a ait.
Bir din adamı bu ayete inanıyorsa, yazdığı şiirde ölen bir insan için nasıl böyle konuşur diye düşünmeyelim.
İdeoloji insanın gözünü kör ediyor, aklını da eşikte bırakıyor.
Yazık, çok yazık!