Bu yıl neredeyse eşzamanlı olarak kuzey yarıkürenin farklı yerlerinde belkide bin yıldır görülmeyen sel, orman yangını ve kuraklıklara şahit olmaktayız.

Aile bireylerini, geçimlerini, evlerini kaybeden insanlar.

Ormanlarda yangınlarla yokolan milyonlarca ağaç, milyarlarca canlı türü.

Özellikle Türkiye gibi insan kaynaklı orman tahribatının yüzlerce yıldır yapıldığı bu coğrafya selller, orman yangınları ve kuraklığa karşı daha korumasız. Marmara Denizi can çekişmekte.

İklim bilimcileri 19. Yüzyıl Sanayi Devrimi sonrasında dünya ısısının 1.2 derece arttığını tespit etmişler. Bu ısı artışı dünyanın belli yerlerinde kuraklığa neden olmakta. Kuraklık olan yerlerde orman yangınları tetiklenmekte ve bu bölgelerde buharlaşan su, dünyanın diğer kesimlerinde sellere ve yıkımlara neden olmakta.

Dünyada ısı artışı 2 derece olduğunda bundan daha şiddetli doğa afetlerine şahit olacağımız kuşkusuz. Isı artışı 4 derece olduğunda ‘Dönülmez akşamın ufkundayız / Vakit Çok Geç’ şarkısını söylemeye başlayacağız.

Küresel ısınmada ki kök sorun insanın kendisidir ve küresel ısınmanın kaynağı insandır. İnsanın kendine bakışıdır. Bu bakışın yansıması olarak dünyaya bakışı ve dünya algısıdır.

Binlerce yıldır biliçaltımıza yerleştirilmiş olan dünyaki herşeyin Tanrı tarafından insanın yararına ve insanın kulanması için yaratıldığı anlayışıdır.

İnsan dünyada bulunan milyonlarca canlı türünden yalnızca bir tanesidir. Bilimsel veriler insanın atalarının ilk olarak yaklaşık 2 milyon yıl önce dünya üzerinde görünmeye başladığı ve 13,000 yıl önce Buzul Çağı’nın bitmesiyle yerleşik düzene geçmeye başlağını gösteriyor. Bereketli Hilal içinde bulunan Anadolu yerleşim yerleri olan Çatalhöyük ve Göbeklitepe bunlara birer örnek.

Avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişle birlikte insanlık doğada kendi yararına değişiklik yapabileceğinin daha çok farkına varmaya başladı.

Özellikle 19. Yüzyıl Sanayi Devrimi ile birlikte kırsal kesimden kentlere göç olgusu başladı. Böylelikle Dünya’nın 4.5 miyarlık tarihi boyunca ilk kez kentler belirmeye başladı. Bugün dünyamız da nüfusu milyonu aşan sayısız kent var.

Şimdi burada durup düşünelim.

Bu kentler ne ile yapılıyor?

Bu kentlerde bulunan insanların tüketimleri nereden karşılanıyor?

Şimdi oturduğumuz evde bulunan eşyalara bakalım. Nereden ve nasıl geliyor bunlar?

Herbiri doğadan gelmekte. Yani sonlu olan ve yerine bir daha koyamayacağımız kaynaklardan geliyor.

Bunları üretmek için Doğa’daki ormanlarda yabanıl hayata daha fazla müdahale ettikçe, o bölgelerde bulunan ve insanın hiç karşılaşmadığı vürüslerle karşılaşması da kaçınılmaz oluyor.  

Bunların üretimi için çoğunlukla fosil yakıtlar dediğimiz petrol, kömür ve doğal gaz kullanılıyor.

Bu yakıtlar karbon kökenlidir. Yandıklarında havaya ısı ve karbondioksit verirler. Karbodioksit ve metan gazları sera gazı etkisi yapacak biçimde atmosferde bir katman oluştururlar. Bunun sonucunda dünyaya Güneş’ten gelen ısı bu gazların yarattığı katman nedeniyle dünyada daha fazla kalarak dünya ısısının artmasına neden olur. Bu artış kendisini kuraklık, seller, orman yangınlarının artışı olarak göstermeye başlar.

İnsanlık olarak kendi kabuğumuzdan çıkıp olaylara ve olgulara küresel ve evrensel olarak bakma becerisi göstermedikçe ‘Yolun Sonu Görünüyor’ türküsünü söylemeye devam edeceğiz.

Kişi olarak tüketim toplumunun neresindeyim?

Doğaya ve kendime karşı sorumluluğumun neresindeyim?

Mirasyedi çocuklar gibi Doğa’yı harvurup harman savurduğumuzun farkında mıyız?

Kişi olarak ne yapabilirim?

Kendimi ve toplumu dönüştürmek için ne yapabilirim?

Bu sorun ulusal ya da bölgesel değil küreseldir.

Bunun için kendi yarattığımız güvenli kabuklarımızı kırıp bu olgulara insanlığın da ötesinde belli yaklaşımlar geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Dünyadaki hayatın biz neresindeyiz?

Bu hayatı diğer canlılarla birlikte nasıl götürebiliriz?

Çare Sizsiniz ya da Çaresizsiniz.