Eskimeyen Yazılarım
YENİ ‘KAVİMLER GÖÇÜ’NE DOĞRU MU? -1
*
Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı. Büyük utkunun kazanılıp ülkemizin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü.
Kutlu olsun.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk ordusu, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonraki bir yıllık hazırlık döneminin ardından hücuma geçti. 26 – 30 Ağustos 1922 tarihleri arasında, Afyon Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesi yapıldı. İşgalci Yunan ordusu büyük ölçüde yok edildi. 9 Eylül’de İzmir, 11 Eylül’de de Bursa geri alındı. Batı Anadolu’nun son Yunan askerinden kurtulması da Erdek’in 18 Eylül’de ele geçirilmesiyle başarıldı.
DİNCİNİN BAYRAMI DÜNDÜ
Şanlı ordumuzun, Atatürk önderliğinde dünya tarihini değiştiren utkusu, bugün resmî törenlerle sözümüz ona kutlanacak!
Daha doğrusu, yine ruhsuz, içi boş, göstermelik törenlerle ‘geçiştirilecek’.
Çünkü, 30 Ağustos; ‘keşke Yunan galip gelseydi’cilerin bayramı değil.
Onların bayramı dündü;
Halifeliğin Osmanlı’ya geçtiği 29 Ağustos 1516 tarihinin yıl dönümü.
Biz Türkler, Orta Asya’dan çıktığımızdan, daha doğru anlatımla ‘sürüldüğümüzden’ beri hep batıya doğru gitmişiz.
Osmanlı’nın Bursa’dan sonra Edirne’yi başkent yapmasının nedeni de bu.
Yavuz Sultan Selim, doğuya sefer yapan ilk Osmanlı padişahıydı. Mısır seferi sonrasında, Müslümanlar için kutsal Mekke, Medine, Kudüs, Osmanlı egemenliğine girdi. Halifelik de 29 Ağustos 1516’da Memluklardan Osmanlı’ya geçti.
Yani, Türk’ten Türk’e geçmiş oldu.
Şöyle:
Abbasi başkenti Samarra’da (9’uncu yüzyıl) Memluk yani tutsak ya da parayla satın alınmış ‘köle’ Türk askerleri (Kölemenler), zamanla hem Abbasi Devletine hem de çevredeki beyliklere egemen olmuşlardı (*).
Ve Halifelik, son Osmanlı padişahı Vahdettin’in, İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harrington’a 16 Kasım 1922’de yazdığı, utanç verici ‘sığınma’ mektubuna “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla imza atmasına değin Osmanlı’da kaldı.
TANRI’YA ŞİRK KOŞANLAR
Halife kimdir?
Hz. Muhammet’ten sonra, onun ‘vekili’ (!) olarak Müslümanların imamlığını ve ‘şeriatın koruyuculuğunu’ yapmakla görevli kimse.
Bir başka deyişle “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi”!
IŞİD, Taliban, Hizbullah vb. din kisvesine bürünmüş vahşi oluşumların çağımızda süren bu ‘temsilcilik’ saplantısı, elbette “Tanrı’ya şirk (ortak) koşma”nın ta kendisi.
Sözümüz ona Müslüman; ‘şeriat karşıtı’ saydığı dindaşlarını domuz bağıyla bağlayıp korkunç işkencelerden geçirdikten sonra öldürerek cesetlerini evinin bodrumuna gömüyor. Sonra da bu ‘mezarlık ev'de, çoluk çocuğuyla birlikte ‘huzur içinde’ uyuyabiliyor.
Bunun dinle, imanla, vicdanla bağdaşır yanı olabilir mi!
Bizde, Atatürk Devrimi çerçevesinde kurulan Millet Meclisi, Abdülmecit Efendi’yi 19 Kasım 1922’de ‘şeklen’ halife seçti, 3 Mart 1924’te ise bu makam kaldırıldı. Böylece insanlığın, dinsel inancı ya da inançsızlığı baskılamayı / sorgulamayı ‘çağ dışılık’ sayan kesimlerinin yanı sıra, alnı secdeden kalkmayanlar için de din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan ‘laikliğe’ geçildi. (...)
Yazımızın başlığındaki can alıcı soruyu ele almayı ise yarınki bölüme bırakalım.
(*) Orhan Koloğlu; “Osmanlıcadan Türkçeye Okuryazarlığımız”, Tarihçi Kitabevi, sayfa 28 – 29
YeniGün, 7 Eylül 2023