BİRİNE AŞIK OLMAK; HEM NİMETİ HEM LALETİ İNSANOĞLUNUN

Soğuk bir aralık günü. Denizden esen rüzgâr uzaktaki güneşin ışıklarıyla çarpışıp da galip gelmişçesine alaycı bir şekilde yüzümü okşuyor. Kar bekleniyor haftalardır. Gökyüzü kapalı. Tüm şehir kalabalığı ve karbonmonoksit soluğuyla direniyor sanki gelmeye çalışan kışa.
Boğazın iki yakasında üst üste devrilecek gibi dizili zengin evleri. Orkinoslar için sıraya girmiş martılar Kız Kulesinin önünde. Sanki aralarına kimseyi almamaya yeminliler. Tepeden tırnağa intihar kokuyor Haydarpaşa, Kadıköy, Eminönü…

Yoksulların göz hakkı var bu şehirde ondan olsa gerek köpekler ve sarhoşlar hariç sahil bomboş.
Pişmanlıkla özlem arası bir his yokluyor uzun zamandır kalbimi. Merhemsiz ellerimle gizlendikleri yerde sızlanmaya başlayan yaralarımı okşuyorum arada. Susuyorlar…
Üstüme sinmiş şehir, kafam karışık. “Sonbaharı ve hüznü ülke dışına çıkarmak yasak” tabelasının önündeki bankta oturmuşum etrafımda binlerce tayfasız sandal.
Önüm sıra İki sevgili kayalıkları geçip denize yakın bir mesafede kavgaya tutuşuyorlar. Seslerini dalgalar yutsa da el kol hareketlerinden anlaşılıyor. Bir aşk daha oluk oluk kesiliyor besbelli. Çok sürmüyor, biri ayrılıp hızla yanımdan geçip gözden kayboluyor. Kız olanı bu. Erkek hala denize sıfır konumunda.
Marmara; büyük, gri ve okyanus kaçkını su yığını. Üstünde telaşlı bir gökyüzü, patladı patlayacak.
Yaklaşıyorum, kıyıda kalıpta gidemeyenin yanına.
“Aşk hissettiğin bir şey değil, senin isteyerek yaptığın bir şey. Birlikte olduğun kişi bunu istemiyorsa kendine bir iyilik yap ve bunu isteyen birine sakla.” diyorum. Bir tutam tuz basma derdindeyim kendimce güya kalbine.
Bir vapur yanaşıyor az ilerideki iskeleye. Onca yelkenli arasında nasıl da göze batıyor. İçilen çayların buğusu camlara vurmuş, taze simit kokusu sahil boyunca yayılıyor. Mendireği ıslak yosun yeşili.
Çocukken dinlediği masallara fazlaca kanmış biri bu, çözüyorum oracıkta. Gözlerini daldığı yerden hızla sökerek bana bakıyor.
“İnsanın gemileri hep aynı denizde mi batar be usta, yağmuru dökülmüş bulut gibiyim, menekşe eksem hep diken bitiyor.” diyor.
“Birine âşık olmak; hem nimeti hem de laneti insanoğlunun” diyorum, pek bir şey anlamıyor bu sözlerimden. Derdim başımdan aşkın ama tüm cümlelerimin öznesi birden o oluyor.
Ben anlatıyorum o dinliyor, o susuyor deniz ve ben izliyoruz. Hangi ormanı yaksak ilk önce onun gözleri buharlaşıyor. Sıcak iklimleri tatmış kuşlar gibi huzursuz, ille de bahar istiyor.
Ne söylesem kar etmiyor, deniz hiç durmadan ayrılık ve acı kusuyor. Taşıma suyla ıslak kalmıyor biliyorum insanın yüreği.
Ne kadar zaman geçiyor ikimizde farkında değiliz. Belli ki koşa koşa gelmiş günümüzün üstüne akşam.
Sonbahar kaçkını alametli bir yağmur başlıyor. Kaçamak bakışlarımıza ortak ediyoruz kederimizi. Yıllardır tanışıyor gibiyiz. Ne söyleyeceğimizi biliyormuş gibi dinliyoruz saatlerce birbirimizi.
Bir kuş konuyor yanı başımızda ki kayalığın üstüne, uzun uzun ötüyor. Bütün günü ve onu, şehrin dışında bırakarak ayrılıyorum oradan.
Sahille binaları birbirinden ayıran yolun karşısına geçiyorum. Gerilerden birden çığlık sesleri geliyor, irkiliyorum. Birbirini tanımayan onlarca insan toplanmışlar az önce bizim ayrıldığımız yerde. Hızla geri dönüyorum. Kalabalığı yara yara ilerliyorum. Aradığım kişi ortalarda yok.
Ben az önce ayrılıp karşı kavşağa geçmeden daha; o sahile yakın geçen bir şilebin önüne atlayıp, boğazın soğuk sularına bırakmış kendini. Seyyar sahil olta balıkçıları görmüşler atladığını. Elbiseleri oracıkta bir kayanın üstünde öylece duruyor. Kırlangıç yuvası gibi insafa mahkûm gözyaşlarım, engelleyemiyorum.
Sahil güvenlik, dalgıç, polis, ambulans geliyor sırayla. Herkes gözünün denize dikmiş iyi haber bekliyorlar.
İyi haber bir türlü gelmiyor.
Sarıyer açıklarında bulmuşlar cesedini saatler sonra. Nereden baksan beş kilometre, nereden baksan canı cehenneme kilometrelerin…
Bu ışıklı şehir, şu canı çıkasıca Boğaziçi, Moda sahili, Kuzguncuk seni de beni de hiç anlamadı çocuk. Bütün tedirginliğimiz, bütün uslanmaz lığımız bundan. Koca şehir yalnızlığımızla alay ediyor. Ama yine de aşkın kolayına kaçamıyoruz işte.
Ateşe verip tüm gemilerimi gidip; yol üstü meyhanelerin birinde ucuz şarapla zehirleneceğim bu akşam. Kaç sokak duvarında, adın aşka eksik yazılmış sayacağım sabaha kadar. Kalbim bir ağlamaktır tutturur nasılsa birazdan. Belki de kar yağar ocak demeden bu katil şehrin tepelerine, seyrederim çocuklar gibi camın önünde…
Keşke küçük harflerle yazsaydın bildiğin tüm aşk hikâyelerini. Hiçbir şeyi, gözünde böylesine büyütmeseydin. Belli ki uzlaşılır bir kurgu hayat, geldiği gibi kabul edip yaşayıp gitseydin.
Hazır çatısı uçmuşken bu dünyanın kan çanağı gözlerime, solmuş bakışlarını yavaşça damlat çocuk. Ben ağlaya ağlaya yazayım sen anlaya anlaya git...