Bir Dernek; “Avrupa Hekimhanlılar Derneği”, Bir Davet; “Hüseyin Demir” ve Bir Kitap; “Öykülerle HEKİMHAN.”
O yıllarda kar ekim ayı ortaları gibi yağmaya başlar, nisan sonlarına doğru yüksek dağlardan azala azala eriyip yerini bahar aylarına bırakırdı. Karın başlamasıyla birlikte köyün şehirlerle irtibatı kesilir; soğuk, yağışlı geçecek günlere ve uzun kış gecelerine cılız gaz lambalarının ışığı
Nisan ayı gelip de yollar yavaştan açılmaya başladığında ilk köye ‘Çerçiler’ gelirdi. Çerçiler için böyle zamanlar en bereketli günlerdi. Çünkü altı aylık bir esaret süresince her şey azalmış bitmiş olurdu.
Ardından Jandarmalar gözükürlerdi. Resmi evrak taşırlardı koltuklarının altında taşıdıkları siyah fermuarlı çanta içinde.
Köylünün devletle olan işleri birikirdi haliyle. Bazen asker kaçağı aranırdı, bazen mahkeme tebligatı, bazen beklenen bir sarı hükümet zarf içinde müjdeli bir haber, bazen de ölüm haberleri…
Mayıs sonu haziran başı gibi yazıda-yabanda işler çıkmaya başlayınca Çukurova’daki yarı gurbetçiler görünürlerdi. Çukurova gurbetçileri ne şehirli olabilmişlerdi ne de köylü. Yılı bölüştürürlerdi. Yarısı sıla, yarısı gurbet…
Temmuz- Ağustos gibi asıl gurbetçiler gelirdi. Alamanya’dan, Fransa’dan, yani yurt dışından, yani adını bile doğru söyleyemediğimiz başka başka memleketlerden. Çukurova’dan gelenlerden Teksas- Tommiks kitap beklerken, yurtdışından gelenlerden kot pantolon, ucu fitilli çeşit çeşit sigarlar(yetişkinlerimize götürmek için), pakat paket çikolatalar umardık. Çocuk çok, hediyeler az, umutla-hayal kırıklığı arasında gelip geçerdi yaz...
Mevsimler döner, göçmen kuşlar hareketlenir ve gelenler sıralı-sırasız geri dönerlerdi. Ve biz denizi hiç görmeden deniz kokan, kara kara
Yıllar birbirini kovaladı. Gurbetçiler gelip gitmeye devam etti. Bazen tek gelip çift gittiler (en güzel kızı veya en yakışıklı delikanlıyı alıp) bazen de son durak yolcusu gibi, kayıplarını doğdukları topraklara emanet edip boş gittiler.
“Almanya nere, biz nere”-babam çok kullanırdı bu kelimeyi. O İstanbul için kullanmıştı, ben yeni kuşak olarak Almanya için kullanıyordum sıklıkla-demeye kalmadı bir de baktım ki yüzden fazla Almancıyla karşı karşıya gelmişim. Heyecanlandım haliyle. Bizim hayal kahramanlarımızdı onlar. Güzel giyinen, güzel konuşan, arabası olan ve bize benzemeyen tenleriyle yakışıklı ve güzel insanlar…
“Öykülerle HEKİMHAN” kitabımızın tanıtım, söyleşi ve imza günü için “Avrupa Hekimhanlılar Derneğinin” daveti üzerine Frankfurt’a gittim. Şehir güzel, hava soğuk, salon kalabalıktı. Şarkılı, şiirli, bol Arguvan türkülü bir gece yaşadık.
22 yazarla birlikte hazırladığımız 36 öyküden oluşan kitabımıza o gece alfabeden yeni sesler, yeni işaretler, yeni harfler alıp koyduk. Bazen hiçbir kelime, hiç bir cümle karşılamadı hislerimizi anlatmaya. Ekledik, büyüttük, genişlettik sözlüğümüzü ama yine de yetmediği anlar oldu. Özlem taştı içimizden, dağları, denizleri, ovaları aştı.
Söz Hekimhan’la başlayıp yine Hekimhan’la sonlandırıldı.
“Bizimkisi karşılıksız bir aşk. Hiçbir beklentimiz olmadan seveceğiz bu şehri. Biz seveceğiz o şımaracak, biz seveceğiz o nazlanacak. Asla bizim olmayacağını bile bile bu aşk için sonuna kadar ‘varız’ diyeceğiz. Ta ki bizden sonra gelen kuşaklar o adresi bir bağbozumu mevsiminde kaybedinceye kadar…”
O gece bizimle olan tüm dostlara sonsuz teşekkürler.
Yüzünüz hangi taraftaysa orası güzel görünsün gözünüze…