Alevler arasında...

Bugünlerde soluk almakta zorlanıyorum bazen. Uykuyu şafaklarda yakaladıksa, ilk güneş ışınları pencereye vurana kadar uyuduk uyuduk. Gerisi yorgun bir bakış olup bitene..

Acıyı kana kana içtiğimi düşünürdüm ama değilmiş..

Bir yanda yangınlar, bir yanda seller.  Bir yanda pandemi, diğer yanda cehalet. 

Acının böylesini yaşamadım.Üzülünce ya da olumsuz bir şey ile karşılaşınca; kızardım, küfrederdim, bağırırdım, çağırırdım.. Şimdi günlerdir; elim yazıya, dilim söze gitmiyor.  

Ahmet Kaya'nın bir şarkısı var.

Yangınlar alevinden geçip te gelen dost 
Yanar olmuş yüreğin nar olmuş Lilişan.." diye başlar..

“Acıyı bal eyledik’ şiirini de bilir çoğunuz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in.

...

hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana

...

kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni..

*

Şimdi onbinlercesi alevler arasında; karıncanın, serçenin, yavrulu karacanın.  

*

Bilim insanları iklim değişikliğinin, doğadaki aşırı ısınmayı tetiklediğini bunun da yangınlara yol açtığını ifade ediyorlar. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin, “Tedbirli olmak gerekiyor. Yani ortam orman yangınına hazır diyebilirim. Tetikleyici bir unsur bekleniyor" demiş. İstanbul için de uyarıda bulunmuş.

Allah korusun! İstanbul Valiliği, İBB diğer kamu kurumları muhtemelen olası bir sıkıntıya karşı mutlak tedrbir alıyorlardır diye düşünüyorum.

*

Sadece ülkemiz değil bütün dünya ciddi sıkıntılarla uğraşıyor. İklim değişikliği, teknolojik gelişmenin getirdiği olumsuzluklar, insanın doğayı hoyratça tüketişi.

Doğaya bilinçsiz müdahale: Cehennem kapısı

İnsanın doğaya yönelik bilinçsiz müdahesinin en çarpıcı örneğidir. Türkmenistan’daki; Cehennem Kapısını bir çoğumuz biliyor. 1971’de Sovyet yönetimi Orta Asya'daki petrol varlığı üzerine jeologları görevlendiriyor ve bölgede bir çalışma başlıyor. Sondaj kararı alınıyor, akabinde ekip petrol ararken, sondaj sırasında bir göçük oluyor ve bu esnada zehirli olduğu düşünülen bir gaz (muhtemelen metan) yayılıyor. Gazın etkilerinin kısa yoldan azaltmak için ekip nasıl olsa tükenir diye düşünerek gazı tutuşturmaya karar veriyor ve göçükteki gaz yakılıyor. Ve o gaz 50 yıldır 400 derece ısıyla yanıyor.

Daha geçen gün; İran’ın Kuzistan kentinde insanlar su için protesto gösterileri yapıyormuş. Gösterilerde sekiz kişinin öldüğü bilgisi paylaşıldı. Kuraklık dünyayı tehdit ediyor.

*

Bunları yapmayalım

Yanlışlar yapıyoruz bana göre.

-Doğal felaketler karşısında yardım istemek ihanet, işbirliği değildir. Nitekim bakın bazı ülkelerden yardımlar geliyor. Azerbeycan ve İspanya başta. Başkaları da var. Şimdi bu yardımların kabulu, bunlara izin vermek ülkeyi güçsüz göstermek ya da ülkeye karşı başkalarıyla işbirliği yapmak mı oluyor?

-Anlıyorum insan kaybetmemizin vurgulanması. Ama insanın vicdanı da sızlıyor. O yanan binlerce hayvan, böcek, bitki de canlı.

-Böylesi afetlere karşı tedbirsizlikleri gözler önüne serip eleştiri yapanlar karşısında, ‘Olayın failini bir yana bırakıp hükümeti eleştirmeye’ başlıyorlar diye her durumda hemen ‘İktidarı savunma durumuna’ düşmeyin. 

Elbette sorumluluk mevkiinde olanları eleştireceğiz. Ormanlar açısından böylesine zengin ülkemizde bu zenginliğimizi koruyacak tedbirler alınmaz mı? Koskoca ülkenin yangın konusunda üç tane uçağı mı olur? Onlar da kiralık mı olur? Ne demek kiralık.? Ormanı korumak için niye uçak kiralıyoruz ki. Hadi diyelim böyle bir şey yapıldı. İyi o zaman 30-40-50 uçak kiralayın.  Kiralasan ne olacak. Yangının nerede ne zaman çıkacağı konusunda tahmin yapabilirsin ama kesin bilemezsin ki. Yangın çıkar çıkmaz müdahale etmek önemli. Kiraladım kiralayacağım diyene kadan her şey yanıp biter kül olur.

Bir de hiç bir olay karşısında kendimizi yargıç yerine koymayalım ne olur. Tamam gelişmeler güçlü bir şekilde bir yöne, bir guruba bakmaya işaret edebilir. O grup böyle şeyleri yapabilecek tiynette de olabilir. Ama yine de ortada fail ve yargı kararı yokken suçlu tespit edip hüküm vermeyelim.

*

Gerçek kapıyı çaldığında..

Yazıyı Hidayet Ceylan’ın ‘Yüzleşme Kültürü’ başlıklı yazısında yer verdiği bir örneği okumayanlar için hatırlatmak amacıyla buraya alarak sonlayalım.

“Budizmin kurucusu ve Buddha olarak da anılan Siddhartha Gautama,
öğretisini yaydığı yıllarda rahiplerine şöyle bir öykü anlattı:
Genç yaşında dul kalan bir baba, yaşamını biricik oğluna adamıştı.
Yavrusunu evde bırakıp köy dışına işe gittiği bir gün, haydutlar köyü
bastılar, tüm evleri yaktılar ve küçük oğlunu kaçırdılar.
Dönüşünde bir harabe yığınıyla karşılaşan baba, umutsuzca çocuğunu
aradı. Dumanları tüten köyde bir çocuğun yanmış cesedini bulunca,
oğlunun kalıntıları sandı.
Usulünce bir cenaze töreni hazırladı, cesedi tamamen yaktı, külleri
topladı ve bir torbaya doldurdu. Omuzuna astı ve hiç çıkarmadı.
Bitmeyecek bir yasa girmişti. Artık gittiği her yere külleri koyduğu
torbayı da götürüyordu.
Oysa oğlu yaşıyordu ve bir gün haydutların elinden kaçmayı başardı.
Günlerce yürüyerek köyün yolunu buldu. Bir gece geç vakit, babasının
yıkılanın yerine yaptığı yeni evin kapısını çaldı.
Baba sordu:
- Kim o?
- Benim, oğlun. Kapıyı aç baba!
Oğlu sandığı çocuğun küllerini yanından hiç ayırmayan mutsuz baba,
sefil biri kendisiyle alay ediyor sandı.
- Defol, diye bağırdı.
Çocuğu defalarca kapıya vurdu ve babasını açmaya, kendisiyle konuşmaya
çağırdı. Ama hep aynı yanıtı alıyordu:
Defol!
Umudunu yitiren oğul, sonunda bir daha dönmemek üzere gitti.
Buddha Siddhartha, öyküyü bitirince başını önüne eğdi. Bir an sustu.
Sonra başını kaldırıp rahiplerine baktı ve ağır ağır:
“Eğer bir fikre, mutlak gerçekmiş gibi sarılırsanız; gerçeğin ta
kendisi gelip kapınıza vurduğunda, o kapıyı açmak ve gerçekle
yüzleşmek yeteneğiniz kalmaz.”

-Felaketsiz günler diliyorum. Serinlikler içinde olun..

-kim ki şu yangınlara bir damla su döküyor o insanlara yürekten teşekkürler. Yapabileceği halde seyredenler ise kahrolsun.