banner460
banner128

Bahar bu sene ya gelirken yolda kayboldu, ya da insanlarla saklambaç oynamayı çok sevdi, ortaya çıkmak bilmiyor. Sıcak mı soğuk mu karar veremediğim gri havalarda, yine gerçek dostlarıma sığındım: kitaplara…

*

Jack London’ı yıllar önce Yıldız Gezgini adlı kitabıyla tanımak istemiştim. Kitabın arkasındaki konu muhteşemdi: “Bir akademisyen meslektaşını öldürerek San Quentin Hapishanesi’ne düşen eski bir profesör, burada yaşam boyu hapis cezasını çekerken maruz kaldığı korkunç işkenceden kaçmak için zihinsel taktikler geliştirir. Acı çeken bedenini terk ederek, tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalarda geçen önceki yaşamlarına geri döndüğü yolculuklara çıkar.” Ancak okumaya başlayınca ben hayalimde o yolculuklara -kendimi ne kadar zorladıysam da- çıkamadım. Dolayısıyla yarısına kadar gelmişken ara vereyim belki sonra okuduğumda farklı bir bakış açısına sahip olurum dedim. Sonra da araya çok kitaplar girdi. Hatta açıkçası Jack London okumaktan korktum da… Ya yine öyle hissedersem diye… Ancak bu düşüncem Kızıl Veba ile son buldu. Can yayınlarının Kısa Klasikler serisinde çıkan kitapta Jack London 2013 yılında patlak veren dünya çapında bir salgının insan ırkının neredeyse tamamını yeryüzünden sildiği, ilkel yaşamın geri döndüğü bir zamana götürüyor bizi. Hem de 1912 yılında yazdığı bu metinle yapıyor bunu… Kitapta özel uçaklar, havada süzülen zeplinler, kablosuz iletişim gibi konulardan da bahsediyor London. Zeplinlerin kaderini 1916 yılında öldüğü için öngörememiş olabilir ama özel uçaklar ve kablosuz iletişim konusunda hayal gücü çok gerçekçiymiş.

*

2020’nin başlarında neredeyse kitaptakine benzer bir salgını yaşadık. Kitapta mikroptan kaçınmak için izolasyonun önemine dikkat çekiliyor. Tıpkı bizim yaşadıklarımız gibi. Ancak bu incecik kitapta yine sisteme yönelik bir eleştiri de var. Salgından önce ABD, dolayısıyla da dünya, Sermayederler Birliği denilen bir topluluk tarafından, hatta kitaba göre 8 aile tarafından yönetiliyor. Onların dışındaki herkese “köle” gözüyle bakılıyor. Kitabın kahramanı bir üniversitede İngilizce profesörü olan James Howard Smith… Salgından 60 yıl sonra, dünyada çok az insan kalmışken, medeniyet yok olmuşken torunlarına eski yaşadığı günleri anlatıyor. Salgından kurtulan birkaç kabile var ve ne yazık ki bunların içinde bilim adamları yok. Bundan yana çok dertli şimdilerde torunlarının Granser dedikleri Smith… Kurtulan köleler de intikam almak için eskinin efendilerinin eşlerini kendilerine biraz da zorla eş alıyorlar. Dövüyorlar, kötü muamele ediyorlar, artık köle efendi, efendi de köle haline gelmiş. Özellikle kadın sayısı çok azalmış. Öyle ki soylarını devam ettirebilmek için kız bebeklerin evlenecek yaşa gelmesini bekliyor erkekler.

*

Smith torunlarını eğitmeye çalışırken büyücü doktorlara karşı uyarıyor. İnsanların batıl inançlarını kullanıp kendilerine köle eden büyücü doktorların yok edilmesini istiyor. “Kaybedilen her şey yeniden keşfedilmeli” diyor. Torunlarına, bir mağaraya bir sürü kitap depoladığını anlatıyor. “Günün birinde insanlar okumayı yeniden öğrenecek ve sonra, mağaramın başına bir iş gelmezse eğer, bir zamanlar Profesör James Howard Smith diye birinin yaşadığını ve eski insanların bilgilerini onlar için muhafaza ettiğini öğrenecekler” diyor torunlarına…

*

78 sayfalık bu kitap modern edebiyatın ilk post-apokaliptik metinlerinden biri kabul ediliyormuş. Post-apokaliptik tüm dünyanın geri dönüşü olmayan bir yokoluşun eşiğinden sonra tekrar hayatta kalma mücadelesi verdiği dönemi ifade ediyormuş. Ancak buna rağmen kitabı gözümde canlandırabildim ve bitirdiğimde içimde kötü hisler değil, her şeye rağmen “umut” vardı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.