banner460
banner128

Koronavirüslü günlerim

Covid’e yakalanan ve yoğun bakımda kalarak tedavi olup sağlığına kavuşan Gazeteci Yavuz Kaynarca,  yaşadığı sıkıntılı süreci kaleme alarak sosyal medya hesabından paylaştı:  İşte o yazı:

KORONAVİRÜSLÜ GÜNLERİM

“Koronavirüs diye bir şey yok, o da bir grip çeşidi, ilaç kullanmaya gerek yok, evde dinlenerek geçirebilirsiniz” vb. komplo teorilerine inanarak tedbirleri aksatanlar, maske, mesafe kurallarına uymayanlar için bu yazıyı kaleme aldım. Gerçi sigara içenlere zararlarını anlatıyorsun da ne oluyor, daha fazla içiyorlar. Yine değişen bir şey olmayacak ama ben yine de yazmak istedim.

13 Ekim günüydü, sabah erkenden kalktım, kendimi çok iyi hissediyordum, günlük yürüyüşümü yaptım. Bayrampaşa’da sevdiğim bir arkadaşıma uğradım, çay sohbeti yaptık, yemek yedik, akşam saatlerinde iş çıkışı kızımla Eyüp Sultan’daki bir esnaf arkadaşımıza uğradık. Hoş sohbet ederken birdenbire ateşim yükselmeye, titremeye başladım. Dükkan sahibinden ateş düşürücü hap istemeyi düşündüm sonra covidli sanırlar diye vazgeçtim.

Çıkınca kızıma:

- Arabayı sen kullan, benim halim yok, dedim.

Yol boyunca uyukladım. Akşam 8 gibi eve geldiğimde, ateş düşürücü Parol aldım ve televizyonun karşısındaki üçlü kanapeye uzandım. Uyandığımda sabahın 4’üydü. Su gibi ter olmuştum, halsiz ve yorgundum. Adeta parmağımı kaldıracak gücüm yoktu. Bademciklerimde çok az yutkunma güçlüğü vardı, başka da bir belirti yoktu. 1 hafta boyunca o üçlü kanepede aç, susuz, halsiz bir şekilde yattım. Günde bir öğün, sadece ölmeyecek kadar yiyordum. Formda kalmak için yaz-kış her gün 1 saat yürüyen fakat 5 yılda ancak 5 kilo verebilen ben, bir haftada, hiç hareket etmeden, yatarak tam 5 kg verdim. Adeta eridim.

Bu arada eşim, özellikle büyük oğlum Fatih, koronaya yakalanmış olabileceğimi, ısrarla doktora gitmem gerektiğini söylüyordu. Ben de Karadenizliler’e özgü anlamsız bir özgüvenle,

-Bana korona bulaşmaz. Yediğime, içtiğime dikkat ediyorum, bağışıklığı kuvvetlendirici bitkisel takviye alıyor, vitamin hapı kullanıyorum. Elimin uzandığı her yere dezenfektan koydum, düzenli elimi temizliyor maske mesafe kuralına uyuyorum, sporumu yapıyorum. Bütün gün dışarıdasın, sen kendine bak!” diyerek bu ısrarını püskürtüyordum.

Kendimce haklı nedenlerim vardı. İnternetten korona virüs belirtilerini okudum. Bende yüksek ateş yoktu. Ateşim vardı ama hiçbir zaman sıkıntı verecek kadar yükselmedi. O da Parol içince geçiyordu. Covit-19’un belirtileri arasında olan kuru öksürük, nefes darlığı, kas ve eklem ağrıları, ishal, kusma, tat ve koku kaybı hiç olmadı. Sadece halsizlik, iştahsızlık, titreme ve üşüme vardı. Damak tadım vardı, çok iyi koku alıyordum.

Çocuklara,

-Grip oldum, 1 hafta içinde iyileşirim, hastaneler ve doktorlar zaten yoğun, bir de onları meşgul etmeyelim, diyordum.

Böylece aç susuz 8. Güne ulaştım. Artık iyice dermansız, güçsüz kalmıştım. Tek başıma hastaneye gitmeye karar verdim ama virüs için değil, bademcik için. Çünkü bademciklerim iltihaplandığı için yemek yiyemediğimi düşünüyordum. Avcılar Hospital KBB doktoru muayene etti ve;

-Bademciklerinde sıkıntı verecek anlamlı bir şey yok. Kovit’e yakalanmış olabilirsin, test yaptır, dedi ve kan tahlili istedi.

Kan verdim, sürüntü testi yaptırdım ve sonuçlar çıkana kadar eve döndüm. Oğlum o sırada bir arkadaşıyla görüşmüş, benim gibi hastaneye geç giden amcasının ciğerlerine virüs yerleşmiş, kısa sürede entübe olmuş ve kurtaramamışlar. Hemen tekrar hastaneye geri dönmek üzere beni zorla araca bindirdi. Kan tahlilim negatif çıkmasına rağmen oğlum tomografide ısrar etti. Göğüs hastalıkları uzmanına muayene oldum, ardından akciğer tomografisi çektirdim. Sonucu görmek için tekrar uzman doktorun odasına gittik, beni kibarca dışarı çıkardı ve sadece oğlumu içeri aldı. Aklımdan tek şey geçti: Durumum çok ciddiydi. Tahminim çıktı. 8 günlük süre içinde virüs ciğerlerime inmiş, yüzde 50’sini kaplamıştı. Hemen nerden yoğun bakım buluruz diye araştırmaya başladık. Hastane veya herhangi bir kurumda zor bir durumda kalmadıkça kimseyi aramam, ayrıcalık, torpil vb. istemem, sıramı bekler işlemimi yaparım. Avcılar Hospital’da da tedavim süresince kimseyi aramadım. Yoğun bakım gerekli olunca oğlum hemen Mehmet Müezzinoğlu bakanımızı aramış, apar topar üst kattaki yoğun bakıma kaldırıldım.

İlk olarak kan almak istediler ama damar bulmak mümkün değil. Vücudumun derisi susuzluktan solmuş, sol kol, sağ kol derken hangi damara girseler kan çıkmıyor, en can acıtan bölge olan iki elimin üst yüzeyine de iğneyle girdiler, kan yok, parmak uçlarımda yok. Ne yapsalar boş, kan çıkmıyor. En son kalbimin 10 cm civarı üstünden kalın bir iğneyle girdiler ve kablo çıkmasın diye de canlı canlı zımbaladılar. Nasıl bağırdığımı, çığlık attığımı anlatamam. Damar yolunun sürekli açık olması için takılan kateter sayesinde hem ilaçlarımı aldım hem de damardan serum yoluyla beslendim. Oksijen maskesi yüzümü kaplayınca kendimi boğulacak gibi hissettim, fenalaştım. Ardından idrar sondası takmak istediler, ‘benim prostatla ilgili bir sorunum yok’ diye itiraz ettim.

-Vücuttan çıkan idrar miktarı, hastalarımızın durumunu değerlendirebilmek açısından bizim için önemlidir, diyerek sondayı da taktılar. Göğsümün her yerine kablolar yapıştırdılar. Üç gün sonra kendime geldim, 10 gün sonra ilk kez yemek yemeğe başladım. Sn. Bakan okumak için kitap getirdi, kalan günlerimde her gün bir kitap bitirdim.

Hayatımda ilk kez yoğun bakım gördüm. Pencereleri şeffaf değil ve sımsıkı kapalı, dışarıyı göremiyorsunuz. Vücudunuzda bir yığın kablo, sonda, maske vb. günlerce yatakta adeta yatağa bağlı bir şekilde yatıyorsunuz. Tek başına, yapayalnız...

Başınızın üstündeki küçük ekrandan kalp atışını, nefes sayınızı, nabız vb. görebiliyorsunuz. Sık sık ekrana bakarak durumumu gözlemledim. Karşınızda televizyon falan yok, bembeyaz bir duvar. Bir de yoğun bakımdaki çalışanları görebilmeniz, yardım isteyebilmeniz için bir pencere. Odada tuvalet ve banyo yok. Affederseniz ama yazmak zorundayım: Tuvaletinizi yapmak için ya altınızı bezleteceksiniz ya da tekerlekli sandalyeye benzeyen lazımlığı kullanacaksınız. 3 gün sonra bir kova içinde, çalışanların yardımıyla kafamı yıkayabildim. Aynı pozisyonda oturmaktan ve yatmaktan vücudunuz ağrıyor. Zaten fotoğrafta da görebileceğiniz gibi üzerinizdeki kablolarla çok da fazla kımıldama şansınız yok. Yara bere olmasın diye sırtıma krem benzeri bir şeyler sürdüler. İlk üç gün kimle konuştum, ne söylediler, ben ne dedim hiçbir şey hatırlamıyorum, sonra kendimi kitaplara verdim. 5. Gün kendimi denemek için yürümek istedim. Rica ettim, vücudumdaki kabloları söktüler, hemşirenin yardımıyla ayağa kalktım. Dünya hızla dönüyordu, benim başım da… Birkaç saniye sonra kendime geldim. Elimde, sonda torbası kısa ve dikkatli adımlarla odayı dolaştım.

Yoğun bakımdaki 6. Günün sonunda kendimi iyi hissettiğimi belirterek sürüntü testi istedim. Tahmin ettiğim gibi testim negatif çıktı. 7. Gün bir test ve kan tahlili daha yaptırdım. Testim yine negatif çıktı, vücudumda antikor oluşmuştu. Geldiğim gibi apar topar, hızlı bir şekilde hastaneden ayrılarak eve döndüm. Eşim ve çocuklar ayrı evde (onlar çok hafif atlattı) ben başka bir evde karantinaya girdik. Evde de kesintisiz 10 gün yattım. Halsizlik, halsizlik, halsizlik… Hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz, çünkü gücünüz, takatiniz yok. Televizyonun kumandasına basmak bile zulüm.

Bu süreçte bu hastalığın psikolojik etkisi çok fazla. İnsanın sevdiklerinden, ailesinden, yakınlarından, arkadaşlarından ayrı kalması ayrı bir zorluk ve sıkıntı…

Aradan 1 ay geçtikten sonra ilk kez yürüyüşe çıktım. 10 dakikada bir mola vermek zorunda kaldım. Evde ciğer egzersizleri yaptım, nefes açmak için yıllar sonra, çocuklar gibi bol bol balon şişirdim. Son bir haftadır çok şükür çok iyiyim. 2 ay sonra ilk kez kesintisiz 1-1,5 saat yürüyebiliyorum.

Yazının sonunda mesaj vermek istemiyorum. Kimsenin nasihate ihtiyacı yok. Bu ülkede herkes, her şeyi biliyor. TV kanallarında bu virüsle ilgili her ayrıntı her gün anlatılıyor ama zengini- fakiri, kültürlüsü- kültürsüzü pek çok insanın bu tavsiyelere uyduğu yok. Hala lokantaların gizli, kuytu köşelerinde maskesiz gizli gizli yemek yiyenleri görüyorum.

“Corona diye bir virüs yok, uydurma, komplo teorisi” diye dalga geçenlerin tez zamanda koronoya yakalanmalarını diliyorum. Halen tedavi gören tüm kardeşlerime Allah’tan acil şifalar diliyorum.

Anahtar Kelimeler:
Yavuzkaynarca
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.