banner460
banner128

Mehmet Ekmen’i kaybettik!

Gazetemiz yazarlarından Mehmet Ekmen, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Dün akşam rahatsızlanan Ekmen, Selimpaşa Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayan Ekmen'in  cenazesi uçakla memleketine gönderildi. 

Ekmen kimdir?
3-5 1955 yılında  Mardin kökenli bir ailenin çocuğu olarak Batman'da doğan Mehmet Ekmen,  Mardin'de ilkokulu, Gaziantep'te ortaokulu, lise eğitimini yine Mardın’de tamamladı. İstanbul Üniversietsi Edebiyat Fakültesi’nde eğitimini tamamlayan Ekmen, öğretmen olmasına rağmen zorunlu hizmet var diye öğretmenlik yapmadı. Şişli Etfal Hastanesi Genel Müdürlüğü’nden emekli olan Ekmen aynı zamanda bir çok yayın organında yazılar ve şiirler yazdı.  Şişli Gazetesi, Şehr-i İstanbul, Doğu Ekspres ve İdealis Gazetesi, Gerçek Gazete, Gazetemİstanbul da yazılar yazan Ekmen son olarak ta Durumgazetesi ile Batman Sonsöz Gazetesi’nde köşe yazısı yazıyordu. Evli olan Ekmen; ikisi kız biri erkek üç çocuk babasıydı. 

Mehmet Ekmen; 2016 yılında yazarlık yaptığı Gazetemistanbul’da kendisi ile yapılan söyleşide hayat hikayesini şöyle anlatmıştı.

***

EKMEN: KADERDEN KAÇILMIYOR!

Gazetemiz köşe yazarlarından Mehmet Ekmen zor geçen eğitim hayatını ve iç dünyasını gazetemize anlattı. Üvey annesinin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne kayıt yapmasına engel olduğunu belirten Ekmen, "Babamı ikna etti ve beni Hacettepe Tıp'a göndermediler" dedi.

Batman'dan başlayan ilginç hayat hikayesini okuyucularımızla paylaşan Ekmen yakın Türkiye tarihine de tanıklık ediyor.

Kendinizi tanıtır mısınız, nerede doğdunuz, nerede yaşadınız, eğitim hayatınız hakkında bilgi verir misiniz?
3-5 1955 yılında Batman'da doğdum. Mardin kökenliyiz ama. Çünkü kişinin doğduğu yer değil köklerinin olduğu yer önemlidir değil mi? Örneğin tesadüfen Paris'te de doğmuş olabilirsiniz, ama siz Parisli olmazsınız. Mardin'de ilkokulu, Gaziantep'te ortaokulu, liseyi yine Mardın Kız Öğretmen Lisesi'nde okudum. Öğretmen kökenliyim. Fakat mecburi hizmet var diye öğretmenlik yapmadım, İstanbul'a kaçmıştım gençliğin verdiği o İstanbul sevdasından dolayı. Özellikle filmlerden etkileniyorduk.

İstanbul'da neler yaptınız?
Öğretmenlik yapmıyorken, öğretmenlikten kaçıyorken kısmete bakın ki İstanbul'da Zeytinburnu Ziya Gökalp Lisesi'nde vakıftan ücretli yine İngilizce öğretmenliği yaptım.

Öğretmenlik varmış kaderinizde...
Evet, kaderden kaçılmıyor. Benim çocukluk arkadaşlarım benden çok daha önce kaçmışlardı. İstanbul'da zor şartlarda yaşıyorlardı çoğu simitçilik yapıyordu. Bütün maaşımı, kazandıklarımı ben onlara harcıyordum. Çünkü kardeş seçme hürriyetiniz yok ama arkadaş seçme hürriyetiniz var. Benim arkadaşlarımında kazandıkları para yetmiyordu, maaşımla onlarada bakıyordum.

14 kişi bir odada kalıyorduk
Beraber mi kalıyordunuz İstanbul'da?
Zeytinburnu'nda bekar odası tutmuştum ve inanmayacaksınız 14 kişi balık gibi yer yatağında yatıyorduk. Burada oturacakları, kalabilecekleri evleri yok, paraları yok. Benim düzenli bir maaşım vardı ve özel İngilizce dersleri veriyordum. Kazancım çok iyiydi o yılların şartlarına göre. Kendi maaşım bana yetiyordu ama o 13-14 arkadaşım kışın isssiz kaldıklarında çok zorlanıyorlardı. Bir ekmek alacağıma 14 ekmek alıyordum, yarım kilo peynir alacağıma 3 kg alıyordum. 1975'li 1976'lı yıllarda. Daha sonra Ankara Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu'nu kazandım. Okul ülkücülerin elinde olduğu için devam edemedim, okulu yarıda bıraktım. Sonrasında Çukurova İnşaat Mühendisliği'ni kazandım, 2. sınıfa kadar devam ettim. Terörden ötürü yarıda bıraktım. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni kazandım. Her üniversite sınavına girdiğim yıl kazanıyordum çünkü ben okumayı çok seven birisiyim.

Doktor olmak isterdim
Ne kadar güzel...
Terörden önce 1980 öncesi birçok üniversiteyi yarıda bırakmak zorunda kalmıştım. Daha sonra ne gariptir ki 80 sonrası 1990 yıllarında İstanbul Üniversitesi İktisat bölümünü bitirdim. Doktora yaptım. Eğer bitirmemiş olsaydım içimde bir yara ya da bir tümör olarak kalırdı.

Eğitim hayatınız böyle geçti, peki biraz önce sözünü ettiğiniz çocukluğunuza dönelim. Belki doğup büyüdüğünüz bölge itibariyle oradaki çocukların hayallerinin kitaplar vasıtasıyla şekillendiği o yıllara. Sizin hayaliniz neydi, büyüyünce ne olmak istiyordunuz?
Ben hep doktor olmak istemiştim. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne lise 1.si olmam nedeniyle girebiliyordum. Ancak biraz özelimden söz edeyim size, annem olmadığı için, bir üvey anne baskısı ile üvey kardeşlerim üniversiteyi kazanamadıkları için benim gitmeme engel oldular. Üvey annem babamı ikna etti ve beni Hacettepe Tıp'a göndermediler.

Hastanede alarm verdim
Aslında doktor olamamışsınız ama yine sağlık sektörünün içinde yer almışsınız.
Doktor olmak isterken doktorların amiri oldum. Doktor olamadım ama doktorlarla hep içiçe oldum. Şişli Etfal'in genel müdürllüğünden emekli oldum. Onlarca ödül aldım, konsolosluklardan, kaymakamlıklardan, bakanlıktan, valilikten. Cumhurbaşkanı'ndan şükran plaketi aldım. Kosova, Bosna Hersek, Arnavutluk Başkonsolukları'ndan yabancı hastalarla ilgili yardımlaşmamızdan dolayı. Örneğin Bosna- Hersek'ten gelen 172 hastayı tedavi etmekte çok aktif rol almıştım. Hastanede alarm ilan ettim ve hiç kimseye izin vermedim. Hepimiz günlerce hastanede yattık. Sayıları 170'i bulan yaralı gelmişti, Sırp savaşında, ellerini, kollarını kaybedenler. Yine bizim için en önemli faktör sağlık görevini icra ederken personel yeterlisizliği yüzünden taşeron firmalardanda hizmet alıyorduk. Gelen yabancı hastaların ameliyatları alınacak, üzerlerinde paraları var, ziynet eşyaları var, onların herhangi bir şeylerinin kaybolmaması için kayıt altına almıştım ve kasaya koydum. İmza karşılığında aldık ve imza karşılığında teslim ettik.

Görevim mutluluk veriyordu
Ben sizin ayrıca birçok ülkeye gittiğinizi biliyorum...
Yeşil pasaportumuz olması nedeniyle vize sorunumuz yoktu, ben her sene yabancı bir ülkeye giderdim ve gittiğim ülkenin komşu ülkelerinide geziyordum. Hollanda'ya gittiğimde bir hafta Hollanda, bir hafta Almanya, bir hafta Brüksel, Paris gezip gözlemlerde bulunuyordum. Özellikle ilgi alanım hastanelerdi. Bilgi transferi anlamında, teknoloji transferi anlamında bir takım notlar ve fotoğraflar alıyordum. Kendi hastanemize Sağlık Bakanlığı'nın bütçesinin elverdiği oranda uyguluyorduk. Çok mutluluk dolu bir görevdi benim için. Fakat üzülerek söylüyorum bazı keyfi uygulamalardan sonra sürem dolar dolmaz emekli oldum. Sağlık hizmeti vatandaşa anlatıldığı gibi çok yalın çok net çok şeffa değil. Yapılan hizmetlerin perde arkasında para ve kapital yatıyor. Örnekleme gerekirse, ilaç parası, eczane parası, az az bile olsa milyonlarca kişiye vurduğunuz zaman bir para değeri ifade ediyor. Demekki ücretsiz değilmiş sağlık hizmeti diyorum kendi kendime bende.

Geçmişle şimdiyi mukayese edersek...
Ekstrem ve marjinal hizmet değil, olması gereken yapılıyor. Yani ülkeyi bir aileye benzetirsek bir aile reisi eşine, çocuklarına, evine yaptığı ihtiyaçlarını karşılama, yardımlar, iyilikler yani asli görevleri ödev alacak nitelik taşımaz, defalarca yüzlerine vurulmaz.Çünkü dediğim gibi asli görevidir. Hükümetler icra için gelirler. Partiler seçim döneminde yapacaklarını vaat ediyorlar. Verilen sözü yerine getirmek son derece normaldir.

Yazar kilitlenmesi yaşadım
Emekli olduktan sonra neler yapıyorsunuz, o günden sonra neler yaptınız ve akabinde gazetemizdeki köşe yazarlığı sürecinden söz edelim?
Yine bir turistlik gezimde İsveç'te yaşayan doğu kökenli Kürt arkadaşlarımla tanıştım ki bunlardan bir tanesi benim çocukluk arkadaşımdı, ona misafirliğe gitmiştim. Onun beni tanıştırdığı ve sanata son derece düşkün yaşı 85 olan Anna Marie Rose isminde bir İsveçli hanımefendi şato benzeri büyük evinde 36 ayrı ülkeden misafirleri ile ortak paydaları sanatta buluşmuşlardı. Ben de Anna Marie'ya bu fırsatı kaçırmayalım ve bir şiir yarışması düzenleyelim demiştim, o da sende jüri üyesi olursan memnuniyetle demişti, kabul etmiştim. Şiir yarışması düzenledik hem jüride olmak hem yarışmaya katılmak olmadığı için kod isim kullanmıştım. Rahatlıkla şiir yazabilen, bir şiir aşığı olan ben kilitlendim, yazar kilitlenmesi yaşadım, şiir yazamadım. O zaman Stocholm'den Finlandıya'ya turistlik amaçlı binlerce insanı taşıyan Love Boat "Aşk Gemisi" ile gidiyorken siyah giysili bir bayanla karşılaştım.

Siyah giysili ...
O bayanla arkadaş olduk İrina isimli bir hanımefendi. İntihar etmek üzereymiş. İskandinav ülkeleri bizim elbise değiştirir gibi çok çabuk ruh ve mekan değiştiriryorlar. Bu nedenle rahat intihar ediyorlar, buna ben çok şahit oldum. Hayatını bir adanın suyu kuşatması gibi kuşattım ve intihar etmesini önledim. Onunla ilgili bir şiir yazdım. A Lonely Lady “Bir Yalnız Kadın” isminde İngilizce bir şiir. Bu şiirle ödül aldım. Hatta o şiir önüme geldiği zaman kod ismimle 30 puan vermiştim ben jüri olarak, diğer jüriler itiraz etmişlerdi, bu kadar duygusuz olamazsınız diye.

Kendi şiiriniz olduğu için tabi değil mi?
Kendi şiirim olduğu için övünmemek adına. Diğer jüriler hep 100 vermişti. Daha sonra Finlandiya Pranata'da İngilizce köşe yazmıştım.

“Dil var pişire aşı, dil var kestire başı”
Ne zaman nasıl başlamıştı yazma isteği sizde, çok kitap okuduğunuzu dile getirmiştiniz. Yazmaya ne zaman başladınız?
Mardin'de lise yıllarımda da Mardin Hakimiyet'te şiirlerim yayımlanıyordu. Duvar gazetesi çıkarıyorduk lisede. Dil ile ilgili bir atasözü söylemek isterim. “Dil var pişire aşı, dil var kestire başı” Önünüzdeki bütün kapıları açacak faktör dildir. Dil genel anahtardır. Eğer dile hakimseniz bir çok arzu ve emellerinize uygarca erişebilirsiniz. Nitekim Sokrates'e sormuşlar bir ülkenin yönetimine gelseydiniz yapacağınız ilk şey ne olurdu diye, dilden başlardım. Eğer dil doğru ve yerli yerinde kullanılmıyoırsa sözcükler yanlış ifade edilir, yanlış ifade edilen sözcüklerde dengeler bozulur, dengeler bozulduğunda hukuk bozulur, hukuk bozulursa anarşi olur ve ben tahtımı, makamımı kaybederim demiş. Onun için bence dil son derece önemli bir faktördür. Doğru ve yerli yerinde kullanılırsa diye düşünüyorum.

Bir aile olduğumuza inanıyorum
İstanbul'da nasıl başladınız köşe yazarlığına?
Şişli Gazetesi, Şehr-i İstanbul, Doğu Ekspres ve İdealis Gazetesi'nde birçok deneyimlerim vardır. Yerel gazetelerde diyelim daha doğrusu. Ali Tarakçı Beyefendi ile tanıştığımızda ilk 10 saniyede bana teşhis koydu ve bana köşe ayırdı, şok olmuştum. Yıllar sonra anladımki Ali Tarakçı Bey kendini çok iyi yetiştirmiş uzman doktorların yada profesörlerin hastalıklarına rahat teşhis koyabildikleri gibi, rahat teşhis koyabilen bir kişiydi. Yaklaşık 2010 yılından beri önceki adı Gerçek Gazetesi olan şimdi Gazetem İstanbul'da köşe yazıyorum. Aşkla şevkle yazıyorum ve Ali Beyi ve tüm ekibimizi kalben seviyorum. Bir aile olduğumuza inanıyorum. Yıkılmaz, genç, bilgili. Eğer Türkiye genelinde en değerli en geçerli misyonu yeri,ne getiren gazete biziz dersem bilmiyorum ileri mi gitmiş olurum.

İleri gitmemiş olursunuz, ona gayret eden bir gazeteyiz en azından, bir ekibiz.
Gerçekten demokrasiye inanan bir gazete. İnanmayacaksınız ben gerçek demokrasiyi yaşamım boyunca iki yerde yaşadım. Birincisi Türkiye'nin sınırları dışına çıktığım zaman, yabancı ülkelerde. Tabi burada bireysel olarak yaşadığım demokrasiden, özgürlükten söz ediyorum, ülke rejim bazında söylemiyorum. Ruhum gökyüzünde kuşlar gibi uçuyordu. Hani bir söz var kuşlar için pasaporta gerek yok onlar sınırları pek rahat geçerler misali. İkincisi Ali Tarakçı'nın gazetesinde hepimiz sizinde teyit edeceğiniz üzere gerçek demokrasiyi yaşıyoruz.

Evet, kesinlikle öyle
Gazetemizde bunu yaşıyoruz, haberlerimizde, bir araya geldiğimizde, ilişkilerimizde son derce demokratlık hakim. Gazetemizin imtiyaz sahipleri hiç bir zaman hiç bir konuda olumlu olumsuz müdahalede bulunmuyor. Gerçek demokrasiyi yaşıyoruz. Aşığım Gazetem İstanbul'a, yönetime, tüm ekibine gönülden bağlıyım.

Dışardan belki bu bazda olduğunu belki bimiyordur okurlarımız, belki nasıl yönetildiğini gazetenin bilmiyorlardır, ama gerçekten bu şekilde yönetiliyor gazete.
Devamını diliyorum.

Peki, başka neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz, evlisiniz değil mi?
Evet evliyim, 3 tane çocuğum var. Mahmut Kemal, Hatice Güzide, Ayşe Melis. Çocuklarıma hep ikişer isim koydum. Eşim Zeynep Arnavut kökenli. Kendisi Arnavutluk Başkonsolosluğunda görevliyken bana hastalar getiriyordu ve bu vesile ile tanıştık. Ben ona Türkiye'de evlilik teklif ettiğim halde kısmete bakın İtalya'ya komşu Arnavutluk'un Durres kentinde deniz üzerinde bir restaurantta evlendik.

İnsanları çok seviyorum
Şiir aşkı en güzel anlatır, sizin hayata bakış açınızı öğrenebilir miyim?
Eserden müessire, yani eseri meydana getiren mimara gidersek, mimarda Allah ise, insanlar da Allah'ın eseriyse Allah'ı sevdiğim için insanları çok seviyorum. Yaratıcımız Allah'ın eseri olan insanları çok seviyorum. Leyla ile Mecnun hikayesi bireysel olarak başladı öyle bitmedi. Bir adım sonrası ilahi aşk. Leyla'yı seven Mecnun bir adım öteye giderek Allah'ı buldu. Onun için insanları çok seviyorum, ilk aşkım, ilk tutkum genel hatlarıyla insanları sevmek, tanımak, korumak, dünyalarına girmek, gizemlerini çözmek. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de de Allah'ın insanlara verdiği bir sıfat var, Eşrref-i Mahluk, yaradılmışların en güzeli. Bulutlar, yağmurlar, güneş her şey insana hizmet eder, her şey insan için.

Kitap yazmak isterdim
Tüm konuşmalarınızdan bugüne kadar yapmak isteklerinizi, hayallerinizi hep gerçekleştirdiğinizi algıladım. Başarıyıda çok seven bir karakteriniz olduğunuda görüyorum, birçok başarıyada imza atmışsınız. Gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz herhangi başka bir şey var mı geriye kalan?
İnsanlar ölümlüdür. Doğar, büyür, ölürler. Ancak eserleri daha kalıcıdır. Bizler öldüğümüz zaman bilgilerimizle yok olmak, zamanlada unutulmak çok acı veriyor. Ben kitap yazmak isterdim. Öncelikle topluma, insanlara, ülkemize, hatta dünya insanlarınında etkilenebileceği varsa pozitiflerimizi, doğrularımızı onların hayatlarına monte edebilmeyi isterdim. Dürüstlük gibi inanç gibi, çalışkanlık gibi pozitif ruhlu olmak gibi yaşatmak gibi, korumak gibi özellikle insan sevgisi ve aşk gibi kavramları içinde barındıran eserler yazmak isterdim.

Pişmanlıklarınız var mı desem.
Ben yaşamımı ikiye bölüyorum, solcu olup inanmadığım dönemler ve inandıktan sonraki yıllarım.

Devrimi seviyordum
Değiştirdiğiniz fikirleriniz oldu mu?
Özellikle lise yıllarım Deniz Gezmiş dönemlerine, solun dalga boyu domino etkisi yaptığı yıllardı. O dönemlerde gençliğin  verdiği bir yaşam tarzıyla, ya da o yılların şartlarıyla araştırmadan, bilmeden solcu olmuştuk. Devrimciydim, devrimi seviyordum. Bize verilen fakirleri korumak, kollamak, kapitale her zaman karşı olmaktı. İlerleyen yaşlarımda ise inaçlı bir insan oldum. Anti kapitalistim ben, çünkü kapital insanların duygularını öldürüyor. Duygu, his, aşk, sevgi, insan sevgisinin yerini hiçbir şey alamaz. Ama kapitalizmde bu yok, kendilerini paraya, maddeye, materyale kodlamış durumdalar. Zaten bu eylemlerden ötürü dünyamız büyük acılar çekiyor ve savaşlar oluyor. Sonuçta Irak, Suriye, Mısır ve birçok ülkelerdeki savaşların temelinde enerji ve para gibi kıymetli emtialar yatıyor. Eğer duygu ve his yaşasaydı bu işin merkezinde bu savaşlar olmayacaktı. Daha barışçıl, daha ticari sistemlerlede elde edilebilirdi bu paralar, savaşla kanla değil.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.