banner460
banner128

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın döviz kurundaki dalgalanmalarla ilgili yorumu nedeniyle sosyal medyada eleştiri bombardımanına tutulduğunu görünce şaşırdım.

Ayrıntıları hem gazetelerden okudum, hem program videosunu seyrettim.

Televizyon programında sunucu Ahmet Hakan, döviz kurundaki dalgalanmalarla ilgili olarak, ‘‘Bu fırtına bizi etkiliyor mu? Dolar yükselince telaşlanıyorum; endişelenmeli miyiz?’’ diye soruyor.

Berat Albayrak, “Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolar borcunuz mu var? Dolarla bir işiniz var mı?” diye karşılık veriyor ve şunları söylüyor:

‘‘Önemli olan kurun seviyesi değil rekabetçi olup olmamasıdır. Türkiye tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle, ekonomisini dönüştürecek bir yapıya da kavuştu.

Adam şikâyet ediyor ‘Yahu kur böyle oldu’ diye. Şikâyet edenlere bakıyorsunuz, niye? ‘Mercedes, BMW pahalandı, yurt dışına gidiyordum eskiden çok ucuza seyahatler yapıyordum, pahalandı.’ Vatandaşın böyle bir derdi yok, senin böyle bir derdin var. Demek ki sen dert ediyorsun.

Biz tam tersine diyoruz ki, turizmin gelmesi için, ihracatçı için benim para birimim daha cazip, daha rekabetçi olsun. O dönemler bitti.

Bir ara ‘bir lira, bir dolarcılar’ vardı. Matematiğe aykırıdır. Bugün bu eleştirileri yapanların birçoğu reel iktisat noktasında bu eleştirilerin hiçbirini de yapmayan insanlar.’’

Vallahi okudum düşündüm, dinledim düşündüm; eleştirilere bir anlam veremedim. ‘‘Bakana haksızlık ediliyor, bu kadar da olmaz’’ diye biraz sinirlenir gibi oldum, bahçeye çıktım.

İçimden söylenerek ağaçlara, çiçeklere bakıyorum. Bir elma koparıp yemeye başladım.

Bir de ne göreyim? Bizim çiçeklerin yapraklarını bir şey yemiş; delik deşik etmiş. Elma, portakal ve limon ağaçlarının yaprakları toplanıp büzüşmüş.

Canım iyice sıkıldı.

Yenilmiş ve hastalanmış olan yaprakların fotoğrafını çekip zirai ilaç bayiliği yapan ziraat mühendisi akrabamın dükkanına gittim.

Görüntülere bakıp bir ilaç verdi, ‘‘Ağustosta başlayıp kasıma kadar, nisanda başlayıp temmuza kadar 15 günde bir atacaksın’’ dedi.

İlacı inceledim; Tekirdağ Çerkezköy’de üretilmiş, ruhsat sahibi firmanın adresi Adana görünüyor.

‘‘Bak’’ dedim kendi kendime, ‘‘Hepsi ‘yerli ve milli’, dövizle ne işimiz olur!’’

‘‘Hele bir de etken maddesine, üreticisine, ruhsat sahibine bakayım’’ dedim, incelemeye başladım. Bir de ne göreyim. İlaç yerli üretim gibi görünüyor ama Fransızlar bizim firmaları almış, ilaç ondan sonra Türkiye’de üretilmeye başlanmış.

Yani amelelik kısmı ‘‘yerli ve milli’’, büyük patron Fransız.

Bu döviz demek.

‘‘Ağaçları sürü bağışıklığı oluşması için doğal haline bırakıp dövizle ilişiğimi kessem’’ diye düşündüm. Nihayetinde bakan yalan söyleyecek değil ya, vardır bir bildiği!

Karar veremedim, kızarak kalktım bir bardak su içtim. Su resmen boğazıma takıldı. Suyun bidonu plastik…

O da döviz demek!

Damacana sudan vazgeçip musluktan içmek için bardağı doldurdum. Klor kokusu…

Klor da dövizle…

Kafayı yiyeceğim. Resmen bağırsak sancısı başladı…

Tuvalete çıktım. İşimi bitirdim tuvalet kağıdına uzandım…

Kağıt, selüloz… Kekeledim kaldım…

Biz onların fabrikalarını kapatıp sattık…

Selüloz demek döviz demek…

Bakana hak vermek için ne yaptıysam olmadı. Yedim, içtim, …tım; dövizden kurtulamadım…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.