Dinsel bayramlarımızdan ikincisi, “Kurban Bayramı” şimdiden bütün ulusumuza kutlu olsun.
Kurban kesmek, dinimize göre ‘farz değil, sünnet’.
Aslolan, yoksula yardım.
Eğer yardımı kurban keserek yapmak istiyorsak ve ekonomik durumumuz da elveriyorsa (ki bu konuda ölçü, hacca gidecek kadar parası olmak) kurbanlık hayvana eziyet etmemeli, onu uyuşturarak çağcıl (modern) kesim yöntemleri uygula(t)malıyız.
Dünya, biz insanlar için olduğu kadar hayvanlar, bitkiler hâttâ cansız varlıklar için de yaratılmış.
Onlara kitlesel biçimde kıyarak bayram etmek gibi bir hakkımız olamaz.

YÖNETEN – MARUZ KALAN

İnsanlar, galiba ikiye ayrılıyor:
Birinciler, kendi yaşamını yönetip yönlendirebilenler…
İkinciler, maruz kalanlar.
Ziya Paşa (1825 – 1880), dizelere efendice dökmüş:
“Onlar ki verir dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.”
Eskimiş Arapça “teseyyüp” sözcüğünün ‘kayıtsızlık, tembellik, ihmalcilik’ gibi masum sayılabilecek anlamları var.
Günümüzde dünyaya “nizamat” verenler ise Trump’tan Netanyahu’ya ve onların bölgemizdeki kimi sürümlerine (versiyon) değin, ruhsal durumundaki gelgitler kolay kestirilemeyen kişiler.
Her biri ‘güç şımarığı’ oldukça, yaşadıkları ülkeyi, giderek dünyayı ‘babalarının çiftliği’; insanları da ‘maraba’ topluluğu gibi görmeye başlıyor olmalılar.
Bunlardan kimilerini, öz annesini öldürüp onun ağzından öğretmeni Seneca’ya zorla intihar mektubu yazdıran Roma İmparatoru Neron’a benzetiyoruz.
Her zalim tiran gibi ‘açgözlülüğünü toprak doyuran’ Neron (ölüm yılı 65), ünlü düşünür, devlet adamı, oyun yazarı Seneca’yı ancak bütün mal varlığını kendisine bağışladıktan sonra rahat bırakmış.

YALAN / İFTİRA FURYASI

Bizim bölgede, kitleleri uyutup soymanın kolay yolu diye dini gösterip kenara çekilenler, Karl Marks’ın (1818 – 1883) bir sözüne sarılırlar:
“Din halkın afyonudur.”
Oysa, yeri geldikçe anımsattığımız gibi, Marks’ın özdeyişinin tamamı şudur:
“Din, ezilen insanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhudur. Din, halkın afyonudur.”
Bu çerçevede, dinsel bayram öncesi bizim de Diyanet’in 30 Mayıs günü yayımladığı son Cuma Hutbesindeki bir tümce dikkatimizi çekti:
“… Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hak ile batılı, doğru ile yanlışı, helal ile haramı insanlığa gösteren hidayet (doğru yola girme ya da yöneltme) rehberidir.”
İyi de neredeyse son çeyrek yüzyıldır Türkiye’yi yönetenler, Tanrı’nın ve Peygamber’in rehberliğinde bulunduklarını dillerinden düşürmüyorlar ama ülkemize, tarihinin en güçsüz, halkının en yoksul – çaresiz olduğu dönemlerden birini yaşatıyorlar.
Türkiye’nin refahı, kalkınması, bölgede yeniden güçlü bir devlet olması yolunda engel olarak bula bula “Ekrem İmamoğlu terör örgütü”nü (!) mü buldular da ele geçirdikleri bütün resmî güçle ‘çökertmeye’ çalışıyorlar?
İşte, hafta başında CHP Kurultayı hakkında açılan davada da yine yollar, Ekrem İmamoğlu’na ‘hapis ve siyasî yasak istemi’ne çıkıyor.
Bu uğurda akla, vicdana sığmayan ‘sözümüz ona tanık’ zırvaları zincirine her gün yeni iftira ve yalanlarla yeni halkalar, prangalar eklenerek Türkiye’nin tutsak alındığı acı verici günlerden geçiyoruz.
İlhan Cihaner dün gece TELE 1’de açıkladı:
“Etkin pişmanlık hükümleri, bir soruşturma henüz başlamadan geçerlidir. Başladıktan sonra bu taleple yapılan başvurular dikkate alınmaz.”
Bu arada, 6. Dalga adı verilen dünkü gözaltı furyasında, daha sanık bile olmayan insanlar Emniyet’e götürülürken ortaya çıkan Nazi Almanya’sındakine benzer görüntüler, kahrediciydi.
Hani, 20 milyona ulaşan imzayla Cumhurbaşkanı adaylığı halk tarafından uygun görülen Ekrem İmamoğlu ‘adaylıktan vazgeçtiğini’ açıklasa CHP’nin, dolayısıyla da Türkiye’nin yakası bırakılacak!

ANLAYACAKLARI DİLDEN

İktidardaki partiyle ortağının mensupları arasında, dinsel duyarlılığı yüksek, kendi deyişleriyle “samimi Müslüman”ların azımsanmayacak sayıda olduklarını düşünüyoruz.
Bu varsayımla bir umut, dinsel bayramın ruhuna da uygun düşeceği kanısıyla İslamda ‘iftira / yalan’ kavramlarına kısaca göz atmak istiyoruz…
“İftira; bir kimseye, işlemediği suçu isnat etme” anlamında ‘ahlak’ terimi (1).
En yumuşak sıfatla ‘yandaş’ denen medyaya da birkaç aktarımımız olacak…
Dinimiz, iftira atmanın yanı sıra, yaymayı da men ediyor (2):
“İslam’da iftira ‘haram’ kılındığı gibi, asılsız olması muhtemel haberlere doğruymuş gibi ilgi göstermek ve bunlara araştırmadan inanmak da yasaklanmıştır (el – İsra 17 / 36; el – Hucurât 49 / 6).”
“… İslam ahlak literatüründe (…) hak, adalet, dürüstlük (karşıtı) bir yalan türü olan iftira, insan onurunu zedeleyici mahiyette … görülür. (3)”
Kuran’da, ‘yalan’ anlamında, Arapça “kezip” (uydurma, sahte) sözcüğü kullanılıyor.
Bir ayette, Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinin onu kurdun parçaladığına inandırmak için üzerindeki gömleğe kan sürmeleri “kezip” diye geçiyor (4).

‘YALAN – KİBİR’ İLİŞKİSİ

“Yalan” hakkında, İslam bilgini El – Kurazi’nin yorumu (5):
“Bir yalancı ancak alçak ruhlu olduğu için yalan söyler.”
Benzer bir değerlendirme, İbn Hazm’den (6):
“Yalan (…) korkaklık ve bilgisizlikten doğar. Korkaklık ruhu alçaltır; korktuğu için yalan söyleyen kişi artık değer verilen ruhsal yücelikten uzak kalmıştır (el – Ahlak, sayfa 60).”
Ve yalanın neden kaynaklandığına ilişkin ulema görüşü (4):
“… İslam ahlak felsefesinin erken dönem kaynakları arasında yer alan et-Tıbbü’r – Rûhanî adlı eserde, (yalanın) arkasındaki psikolojik sebepleri inceleyen Ebu Bekir er-Râzî:
Yalanın asıl sebebi, kibir duygusu ve yönetme tutkusudur.”
Ne diyelim?..
Bizi ‘kendi örgütlü kötülüklerine maruz’ kılanlara karşı, yasaların dışına çıkmadan onurumuzla mücadele ederek ‘yaşamımızı kendimiz yönetip yönlendirmeyi’ başarmak zorundayız.
Görevdeşlik (sinerji) oluşturma yeteneğini yitirmiş toplumlar için zulümden kurtuluş yoktur.
Bayramları bayram gibi kutlayacağımız günlere!..

DİL YANLIŞLARIMIZ

İş dünyasından bir vefat haberi, izlediğimiz kadarıyla medyamızın tamamında şöyle duyuruldu:
“Bülent Eczacıbaşı’nın kuzeni Pınar Ezcacıbaşı hayatını kaybetti.”
65 yaşında kansere yenik düşen başarılı iş kadınına, Tanrı rahmet etsin.
Bu arada, medya yönetici ve çalışanlarına anımsatalım:
Fransızca kökenli “kuzen”; teyze, dayı, amca ve halanın ‘erkek çocukları’na denir.
Aramızda yukarıda sıraladığımız akrabalık bağı bulunan ‘kız çocukları’ ise bizim “kuzin”imizdir.
Rahmetlik Pınar Hanım da Bülent Eczacıbaşı’nın “kuzen”i değil, “kuzin”iydi.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Otokraside (7)
Emr-i Hak;
Demokraside
Emr-i halk!

1)Türkiye Diyanet Vakfı – İslam Ansiklopedisi (Müellif: Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı)
2 – 3 – 4- 5- 6) A.g.y.
7) Otokrasi: Hükümdarın, bütün siyasal erkleri elinde bulundurduğu yönetim biçimi.

kerimevren.com